Tanrım! Bu akşam gideceğim yeri seçmek o kadar da zor olmamalı. Sadece birini tercih et! Yazı tura?! Ih hayır. Oscar töreni o kadar da önemli
değil, zaten ütülü smokinim de yok, ve akşam grubu da yüzüstü bırakamam,
çocuklar bensiz çalmaktan hoşlanmadıklarını söylediler. Klarnetim nerde? Hayır
Mia gitmek istemiyorum. A Jeff rica etsem arabayı hazırlar mısın? Ya da yo
kemik erimesi olma riskiyle tokalaşmak istemiyorum, ve ve … ve yürüyeceğim
sanırım. Mia, seni seviyorum ama o törene gitmek istiyorsan bu bensiz olmak
zorunda, hoşça kal tatlım. Klarnetimi balkondan bana fırlatırsın çünkü geç
kalıyorum.
29 Nisan 2013
28 Nisan 2013
Umudun Bittiyse Gay Ol
Selam olsun a dostlar….
Ankara macerası sona erdi. Dönüş tarihimi önceden
kesinleştiremediğim için 7 saat ağır işkence çekmek zorunda kaldım. Otobüste Yann Samuell’ in filmlerinden birine denk geldim
ve gece vakti zaman biraz daha hızlı geçsin sonra uyurum diyerekten izleme gafletinde bulundum. Zaten basık ve soğuk bir
hava var, otobüstesin her şey acı çekip geçmişi sorgulaman için dizayn edilmiş…
Bir de üzerine ‘Hayat nedir ki? Başarı
sevdiğin erkekle olup sevdiğin işle uğraşmak değil midir?’ temalı bir film
izlemek beni altüst etti… Olan uykum
kaçtı, kafayı yasladım cama, yumuşak ve acılı bir müzik… ‘Hani sevdiğin erkek?
Hani sevdiğin iş? Hani hayat? Böhüüüüğğğ!’ diye diye sabahı sabah ettim. Bence
otobüslerde sadece Gülşen çalmalı ve
sadece ortam hazır diye emanet acılar
çekmek yasaklanmalı…
Neyse, ne yazık ki okul yeniden başladı. Başladı da bana mı
başladı sanki? Lab yok klinik yok nasılsa diye tatilimi bir buçuk hafta daha
uzatıp az biraz da dinlenmek planı içindeyim. Umarım ilk sınavda pişman
olup duvardan duvara çalmam kendimi…
Kordonu denizi özlemişim… Gelir gelmez attım kendimi
Alsancak’a. Nargile ve milli içkimiz ayranver eşliğinde güzel bir akşamüstü
geçirdim. Ve sonra arkadaşımla laflamaya başladık. İlişkilerin geleneksellikten
kopup –bazıları için daha modern bir hale, bazıları için ise sıçılmış bok
haline- revize olduğu bu dönemde etrafımızdaki çiftleri düşünmeye başladık. “10
yıl sonra hangisi birlikte kalır acaba?” dedi arkadaşım. Benim kendimin 10 yıl
sonraya çıkıp çıkmayacağım belli değil, geçiyorum o yüzden. İlişkilerin geneli
alışkanlığın ön planda olduğu, arada ‘aşk’ denen fiziksel, psikolojik ve
fizyolojik buhranlardan eser olmayan, idareten gün doldurulan, belki yalnız
kalmamak adına belki de farklı, anlayamadığım bir çeşit sevgiyle bağlılık
cümleleri kurduran zırvalıklar… Kızlar göööya adamı ellerinde tutmak için
çeşitli planlar çeşitli kısıtlamalar içinde –ki bunu da bazen hiç anlamam,
boynuna tasma mı takacaksın, ayağına pranga mı geçireceksin, baktın olmuyor
bakmayıver kızım işte ne gerek var böyle şeylere-, erkekler saman altından
hatun götürme derdinde… Söylenilen yalanlar için kılıflar hazır zaten. En popülerinden bir örnek verip uzatmadan
geçeceğim bu bahsi. Artık ilk hangi Kazanova söylediyse “Aşkım ben yalan söylemek
istemezdim ama buna sen beni zorladın” tutturmuşlar gidiyorlar. Bak bak bak…
Yani diyor ki “tatlım ben uçkurumu seviyorum, beni rahat bırak nasıl olsa bi
bok yiyeceğim. Bari yalan söylememiş olayım”. oldu annem. Hiç dönüp kendine bakmak, biraz dürüst biraz
mert olmak yok… İlişkinin bekası –devam etsin de nasıl ederse etsin- adına
türlü gevşeklikler… Iyk!!
27 Nisan 2013
Geç Kalınmış Bir Keşif : Jamiroquai
Karaları bağladım oturuyorum.
Aslında pek oturuyorum da denemez. Genelde yatıyorum.
Havanın anlık değişimi, herkes gibi beni de bir yaz heyecanına, bir saçmalamaya
sürükledi. Gün içinde kendimi 10 saat dizi izlerken bulduğum an -10 gerçek bir
sayı değildir, kendisi 9’dan yuvarlanmıştır- buna bir deyip, kendimi yatay
pozisyondan kaldırıp koltuğa geçmiştim ki, Beauty May Kill’in yazarlarından -ismini
vermiyorum, merak edin- olan arkadaşım aradı ve ettiğimiz sohbetin bir
bölümünde “müziğim bitti, ne dinlesem acaba?” cümlesini kurunca “tamam canım,
ben seni sonra ararım” deyip telefonu kapatıverdim. “Müziğim bitiyor.” ne demek,
böyle bir şey mümkün mü derken, fark ettim ki son zamanlarda ben de kendimi
tekrarlıyorum. Açıkçası bu olayın sebebini, müziğin “ara dönem” dediğimiz ve
benim hiç haz etmediğim anlarından kaynaklanıyor. Evet, hala her gün yeni bir şeyler
çıkıyor ama bunlar ya kısa tanıtımlar, ya da beni –bizi- hiç heyecanladıramayan
olaylar.
Birinci paragrafı esas olaya bağlamama az kaldı.
Anlık bir korku ile denize düşenin yılana sarıldığı gibi hemen
iTunes’a sarıldım. Baktım, ne dinliyorum son zamanlarda diye. Sonuç ise kendini
tekrarlayan şarkıcılar ve şarkılar. Hemen kulaklığımı buldum, kahvemi elime
aldım, sigara paketini de gözümün görebildiği bir noktaya iliştirdikten sonra gelsin
yeni müzikler.
Karşıma bir arkadaşım vasıtasıyla henüz dün öğle
saatlerinde karşılaştığım Jamiroquai çıktı. Dün öğlen Kordon’da –evet, burası Kordon’da
güneşin batışına karşı oturup birasını yudumlayamayanlar adına biraz üzücü- arkadaşım ile otururken duyduğum ve bir anda “bu
da ne?”, “kim bunlar?”, “nasıl bir tarz bu?” diye ağzımdan çıkan cümleleri
durduramadığım Jamiroquai grubundan bahsedeyim.
Jamiroquai ile aramızda olan şeyin adı kesinlikle ilk görüşte
aşk. Nasıl güzel bir “funk’n bass”. Grup aslında çok eskilere dayanıyormuş ama
ben daha yeni akıllanıp fark edebilmişim. Jason Key tarafından 1992’de kurulan
grup, günümüze gelene kadar grup elemanı değişikliğini tecrübe etmiş olmasına
rağmen çoğu grubun aksine neredeyse hiç hasar almamış.
26 Nisan 2013
Murat Menteş - Korkma Ben Varım
Murat Menteş. İlginç bir insan. Değil diyemezsiniz şimdi.
Merhaba sevgili Beauty May Kill’in kitapsever okurları,
İkinci yazım için kolları sıvayıp, sizlere ilk yazımdaki
kitabımızdan biraz daha farklı ve Türk bir yazarı-kitabı tanıtmak adına, zaten
ne zamandır okumayı planladığım ama bir türlü başlayamadığım kitabı, okuma ve
irdeleme ihtiyacı hissettim. Kitabı bitirdiğimde bir an önce yazımı yazmak için
yanıp tutuştum fakat hayat gailesi yine buna izin vermedi ve yazımı geciktirdim
biraz. Öncelikle bunun için özür diliyorum. Sanırım özrümü dileyip içimi
rahatlattıktan sonra başlayabilirim.
24 Nisan 2013
Bir "Bastille" Çıkartması : There's A Hole In My Soul, I Can't Fill It
THERE'S A HOLE IN MY SOUL,I CAN'T
FILL IT!
Boğaz ağrısı,baş ağrısı,burun
akıntısı... Bolca tüketilen sıcak içecekler,nefes almakta zorlanılarak dalınan
uyku ve tabii ki kıçı açıkta kalmışçasına görülen kabuslar. Evet sevgili
okurlar; geçtiğimiz iki gündür griple savaşmaktayım. Sağ olsun başıma gelmeyen
de kalmadı bu hastalık yüzünden. Penceremin ötesindeki güzel İzmir havasını
kaçırdığım yetmez gibi; kartımı evde bıraktığım gece saatlerinde taksiye
atlayıp fellik fellik nöbetçi eczane aradım ve cebimdeki paranın sadece
ilaçları karşılaması sonucu bir de taksici Muzaffer Abi'ye borçlandım. Neyse ki
kendisi can bir abi çıktı, sokak sokak dolaştırıp üstüne bir de 'Abi param eksik
çıktı, kusura bakma yarın versem.' dememe aldırmadan 'Tabi ki, yarın durağa
getirirsin.' dedi. Buradan Muzaffer Abi'ye sevgilerimi yollayıp, bu yazımı
kendisine ithaf ediyorum :))
Geçen haftaki yazıyı hazırlarken aklımın bir
köşesine kazımıştım albüm incelemesi fikrini. Hangi şarkıcı/grup, hangi albüm,
hangi yıl, hangi tür diye düşünürken zorlanmadım dersem yalan söylemiş
olurum. Ama tabi yardımcı olan durumlar da olmadı değil. Mesela kulağımın
derinliklerinden gelen, aklıma yerleşmiş tınılarıyla Bastille (daha doğru
şekliyle yazarsam BΔSTILLE)... Kendisi bu işi bayağı kolaylaştırdı sağ olsun.İyi ki Bad
Blood gibi mükemmel hatta mükemmel-ötesi bir albüm yapmışlar da ben de
bu haftamızı yazısız geçirmedim.
Biraz Bastille'den bahsetmeli; Bastille
aslında Paris'teki bir hapishanenin ismi. Bastille Hapishanesi Baskını ise
Fransız Devrimi'nin en sembolik olaylarındandır. 14 Temmuz'daki baskın
ihtilalin başlangıç hareketlerinden biri olarak değerlendirilmektedir
tarihçiler tarafından. Bu Bastille'in bizim Bastille'imizle alakasına gelecek
olursak, güzel sesli solistimiz Dan Smith'in doğum tarihi de 14 Temmuz'dur.
Londra doğumlu Bastille ilk olarak Dan'in solo projesi olarak 2010'da ortaya
çıksa da Dan daha sonra Bastille'in bir grup olması gerektiğine karar
vermiştir. Chris
'Woody' Wood, Will Farquarson ve Kyle
Simmons
da grubun diğer isimleri.
Grup 2013'teki albümü Bad Blood'dan önce iki
mixtape de çıkarmıştır aslında (Other People's Heartache Pt1 - Pt2 ) ama ben
sizinle orijinal stüdyo albümünü paylaşmak istedim. Nitekim kendisini iki
haftadır kesintisiz dinlemekteyim. Başka bir şarkı açtığımda bir anda elimin
aramaya tekrar Bastille yazmaya gittiğini fark ettiğim çok oldu.
Ve artık sizi BAD BLOOD ile
baş başa bırakıyorum.
23 Nisan 2013
Kışı Bitiren 4 Renk
Havaların saçma bir zamanda soğuduktan sonra bir türlü
tekrar ısınamayışı artık yordu desem yeridir. İzmirli olanlar bilir sabah
kalkar üşürsün, öğlen sıcaktan ölürsün. Şimdi 4 derece sabah havasında ceket
alıp mı çıksam? Evet tabiî ki ancak öğlen 18 derece olunca ne yapacağım? Çok
ağır bir ceket olmasın öğlen elimde taşırken acı vermesin, kışlık, kocaman
olmasın akşamüstü 12 derecede de giyebileyim eve dönerken, rengi de biraz daha
baharlık olsa ne güzel olur.
Bütün bunları karşılayan ceketi geçtiğimiz aylarda Pull
& Bear’da buldum. Kot. Sarı. Hafif eskitilmiş görünümlü.
Thierry Mugler Angel: Valide Gourmand
Angel... Kimilerinin eşsiz bir sadakatle
bağlandıkları refakatçi, kimilerininse kaçacak delik aradıkları bir haydut.
Doksanlı yıllarda parfüm sektörü iki büyük trende tanıklık
etti: Birbirlerinden oldukça farklı olan aquatic ve gourmand kokular. Okyanus,
su, hava gibi doğal etmenlerden ilham alan ilk kategoride bayrağı Davidoff Cool Water ve Issey Miyake L’Eau d’Issey taşırken Thierry Mugler şirketi
büyük bir cesaretle 1992’de, kişiyi sürmek ya da yemek arasında kararsız
bırakan ve ilk gourmand parfüm sayılan Angel’ı
piyasaya sürdü.
Yenebilir notalar parfümeriye yabancı değildi elbet; vanilya,
şeftali, orman meyveleri vs. köklü tarihi olan oryantaller başta olmak üzere
şipre ve fujer gibi birçok koku ailesinde yaygın olarak kullanılıyordu. Ancak
daha önce hiçbir parfüm bir tatlıyı bu denli çağrıştırmamıştı. Böylece Angel ile birlikte gourmand tabiri
karakteristik bir grubu temsil etmek için literatüre giriş yaptı. Lokum, crème
brûlée, çikolatalı mus ve krem karamel gibi yiyecekleri andıran bu kokular büyük beğeni
topladı ve günümüzde en popüler parfümlerin azımsanamaz bir kısmını
oluşturmakta.
22 Nisan 2013
Bir Korku Refleksi: Tonik Immobilite
Merhaba...
Geçen hafta sınavlarım bitti ve bir haftalık koskocaman yaşa
yaşa bitmeyecek olan tatilim başladı. İzmir’de geçirilen tatil sanki okulu
ekmişim izlenimi verdiğinden Ankara’ya gidip başkent havası koklamaya karar
verdim. Sınav haftamda gelen yaz, ajandamın boşalmasıyla yerini göt donduran
soğuklara bıraktı her zamanki gibi. Ve ben montsuz kısa kollularla Ankara
karasalında yaşam mücadelesine başladım.
Ankara’yla ilgili izlenimlerime gelecek olursak, insanların
bir miktar soğuk olduğunu verdiğim selamlara garip garip bakmalarıyla anlamış
bulunuyorum. Caddelerde kaldırımlar eğri büğrü, tam topuklu düşmanı. Ve az önce
de belirttiğim gibi çook soğuk. Ha bir de insanlar “la” kelimesini cümlelerinin
çeşitli yerlerine sokuşturuyorlar. En başta garipsesem de sonradan sempatik
bulduğumu belirtmem gerek.
Salı günü bulutlu, gri ve iç karartıcı bir güne
uyandım. Güneşin moral durumum üzerine
bu kadar aktif etki göstermesi bitkiden daha gelişmiş bir canlı olduğuma dair
inancımı sarsmıyor değil. Akşam üzeri Tunalı taraflarında yanılmıyorsam geçen
yaz açılmış olan Bomonti Brasserie adlı bu civardaki hemen hemen tüm gençlerin
uğrak yeri olan mekanda arkadaşım Demet’le buluştum. Demet, Gazi Üniversitesinde okuyan tatlı bir
insan. Siparişimizi verip ”nasılsın görüşmeyeli” muhabbetiyle özlem giderdikten
sonra Demet’in yaklaşık iki ay önce biriyle tanıştığını öğreniyorum. İnternet
üzerinden yazıların paylaşıldığı bir platformdan başlayan muhabbetleri görüştükleri
ilk gün çocuğun ‘elini tutunca flört etmenin ne kadar güzel olduğunu
hatırladım” demesiyle devam etmiş. Aradan geçen zaman içinde çiçek ve şarapla
kapıya gelen çocuk kendisini kızın arkadaşlarıyla tanıştırmış. Demet “Neye
uğradığımı şaşırdım. Normalde sadece görüştüğüm birini arkadaşlarımla niye
tanıştırayım? Ama emri vaki oldu biraz. Bizimkilerle otururken mesaj attı
yanımıza gelmek istediğini söyledi ‘tamam’ dedim ve geldi.” dedi. Demet’e “Abi
sen ne istiyordun bu ilişkiden?” diye sordum. “Birlikte iyi vakit geçirmek
dışında bir beklentim yoktu. Sevgili olamayacağımız ilk günden belliydi. Ama
Senjar her gün mesajlaşılıyor, sürekli bir ilgi alaka ben ne yapayım en
nihayetinde anamızdan cool doğmadık. Genlerimizde yok, sonradan edindik bunu.
İyi dedim geçtim.” dedi. “E tamam işte tatlım ne kaa güzelmiş biraz boyunu aşan
laflar etmiş adam. Hafif gevşeklik kokusu aldım ama iyi işte beklentilerimizin
çok ötesinde bir profil çizmiş.” dediğimde, “Sus da devamını dinle” dedi.
Sinemaya “Ses Getiren” Sessizlik
Yenilik, değişiklik sadece konusunu
işlediğim filmlerde yok. Bu küçük bölüm de benden bağımsız kendini yenilemeye,
deneysel formatlarla kendini geliştirmeye devam edecek sanırım. Bu hafta kendi
içimde yaşadığım sessizliğin dışa vurumunu, film seçiminde açık seçik ifşa
ediyorum.
Filmimiz : The Artist
Karakterimiz : George Valentin ve
Peppy Miller [Bu hafta da karakterleri ödüllendiriyoruz.]
Ödüller : 5 adet Oscar heykelciği +
115 ayrı ödül + 84 adaylık
Ödüllerin Önemi : 0’ın altında
The Artist’i görsel azınlıkla
incelemeyi yediremedim kendime ve filmden görüntüler koparıp sayfaya saçarak,
an be an yorumladım neler olup bittiğini. Filmle fotoğrafın kardeşliklerinden
ötürü filmin akıcılığına saygısızlık yapmadığımı düşünüyorum.
Anlık görüntülerle film incelemesi mi yapılır?!
Cevabım, “Bilmiyorum” ve bu cevabın
doğru cevap olduğunu iddia ediyorum. Özellikle “The Artist” için, filmin
sakinliği, durgunluğu, renksizliğiyle hayatı renklendirir halini, sadece
betimleyerek anlatmak yerine, kareleri teker teker sizin de gözünüz önüne
sererek filmin bütününü anlatmaya çalışıyorum. Bakalım yapabiliyor muyum?
21 Nisan 2013
Gülşen - İzmir Arena Konser Hikayesi
İkimiz de çok
fazla konsere giden insanlar olmamanın yanı sıra, konsere gidip kötü ses
sistemi ve şarkıcının sahnede tabir-i caizse “ağaç” gibi durmasını izlemeyi anlamsız
bulan insanlarız. Fakat bu sefer durum farklıydı. İzmir Arena, son dönemlerin
en çok konuşulan ismini, Gülşen’i ağırlıyordu.
Kapı
açılışından biraz daha erken vardık konser alanına. Amacımız olabildiğince
sahneye ve Gülşen’e yakın olmaktı. Bu noktada size sahne önü biletinin önemini
vurgulamak istiyorum. Normal konser fiyatı ile arasında sadece 15 lira fark vardı.
Dürüst olmak gerekirse, kendi adıma 3 tane 15 lira fazla vermeye değer buldum
konseri. Önde olmak demek, Gülşen’in şarkı söylerken yaptığı jest ve mimikleri
görmek, Gülşen dans ederken –çok güzel dans etmesini birazdan anlatacağım-
saçının uçuşuşunu görmek, seyircilerin arasında Bostancı konserinden görüp
ezberlediğim Kendine Müslüman koreografisini yaparken Gülşen ile göz göze
gelmek ve gülümsemek demek.
Konsere
gelecek olursam, öncelikle uzun zamandır bu kadar eğlenmemiştim demek doğru
olur. Ardından da şunu eklemek isterim: “Gülşen,
konserlerine hazırlanıyor.”
Işıkların
kararması ve dev ekranda "Yatcaz Kalkcaz Ordayım" şarkısına özel hazırlanmış
videonun oynamaya başlamasıyla, nabzımın hızlandığını hissettim. Şarkının nakaratında
4 dansçısı ile karanlığın içinden çıkan Gülşen, adeta ilk görüşte büyülemeyi
başardı beni. Kıyafeti, saçı, makyajı kısacası her şeyi ile mükemmel gözüküyordu.
Tabii ki bu güzelliği kendime saklayacak kadar bencil değilim, sizin için de bu
güzel anları hemen videoya çektim, buradan buyurun.
20 Nisan 2013
Beyonce - Mrs. Carter Show World Tour
Pop ve R&B müziğin “Queen B”si 4. konser turnesine
başladı. Beyonce, yeni turnesinin adını, kocası Jay Z’ye ithaf ederek “Mrs. Carter
Show World Tour” koymuş.15 Nisan’da başlayan turne kapsamında 65 konser verecek
olan Beyonce, her zamanki gibi bu turnesinden de oldukça söz ettirecek gibi
duruyor. Ayrıca yeni albüm hazırlığındayken turneye çıkmak da herkesin
başarabileceği bir iş değil.
Beyonce’nin konserde seslendirdiği şarkılar ve izleyiciler
tarafından çekilen bazı videolar ise şöyle:
18 Nisan 2013
Will.i.am - #WillPower
Müziğin yaramaz çocuğu diye adlandırdığım Will.i.am, 4. albümü #WillPower albümünü kendi Youtube sayfasında yayınladı. Aslında albümün ilk yayınlanma tarihi geçen yılın eylül ayıydı fakat birkaç erteleme ile albüm 19 Nisan 2013 tarihinde piyasada olacak. Şarkılar, Youtube'a yüklenince tabii ki sınavları, vizeleri bir kenara bırakıp hemen şarkıları dinledim, ufak çaplı araştırmalarımı yaptım ve 18 şarkıyı elimden geldiğince yorumlamaya çalıştım. Eğer sen de "sınavlardan, derslerden veya işten çok sıkıldım, biraz ara vereyim." diyorsan, buyur bakalım.
Good Morning: Albümün açılış parçası Good Morning, başarılı bir seçim olmanın yanında
albümün mesajını da -Uyanın! Hayatı yaşayın- oldukça açık bir şekilde
yansıtıyor.
Hello: Bana
kalırsa albümün esas açılış şarkısı Hello’dur. Hem ismi hem de güzel ısıtıcı ve
hazırlayıcı müziği ile başarılı bir başlangıç diyebilirim. Şarkının yükseldiği
yerlerde dans etmemek mümkün değil. Kafa, kalça, beden sallamak kesinlikle
serbest. Özellikle şarkının 2.30’dan sonrası tam olarak çıldırma noktası
diyebilirim.
17 Nisan 2013
Yeni Başlayanlar İçin Sanat
Birkaç dakikadır Kaan'ın güzel blogunda bana ayırdığı kelimeye
boş gözlerle bakıyorum.. Bu kelime karşımda dikilirken konuya girmek
güçleşiyor... “art”...
Aslında sevgili Kaan'ın talebi son derece masumaneydi. “Sen
resim yapıyorsun. Bana resim hakkında bir şeyler yaz.” Kulağa mükemmel geliyor,
fakat birincisi: ben resim çiziyorum. Çiziyorum yani. Bu kelime çok daha uygun.
Boya kalemleri olan, ama önlüğü olmayan bir ilkokul öğrencisi gibiyim (ne hoş
ki artık onlar da önlük giymiyorlar). İkincisi; iyi, güzel de, bir şeyler
yazabilmem için; bir şeyler bilmem gerek.. Bilmediğim konularda yalnızca
konuşabiliyorum! Yazmayı hiç denemedim..
Bilmemek Ayıp Değil...
İşte bu düşünceler içinde kendimi yatağa savurdum, laptopumun
yanına kıvrıldım. İnsanlar bu sanat olayları hakkında nasıl bir şeyler biliyor
olabilirler? Bir resme baktığımızda güzel bulabilmek yeterli mi? Yoksa bu resmi
güzel bulmak on üç yaşından bu yana yaptığımız en ergence şey mi? Şu kemik
çerçeve gözlüklü kadın neden bir tablonun başında bizden on beş dakika daha
uzun kalıyor? Bizim göremediğimiz neyi görüyorlar? Yoksa o da mı aynı
düşüncelere dalmış durumda? Bu konuda bir eğitim almadan olaya vakıf olmak
mümkün mü? Sadece yeterince isteyerek, “alaylı ve yeterli” sanatseverler
olabilir miyiz?
Böyle hisseden tek insan olmadığımı biliyorum. Kaçınız yanınızda
bir arkadaşınız, bir tablonun önünde dikilirken “sanatçı burada soyutsal dışa
vurum, içe kusum, ehehehe, espri bile yapamıyorum olay hakkında, çıkalım
buradan!” tarzı bir anı yaşamadı ki? Evet, kazık kadar insanlar olduk ama, “bi
arkadaşınız” da mı kıkırdamıyor, uygunsuz bir şaka yapmıyor devasa penisli
heykelin karşısında?
İçimizdeki çocuğun bütün alaturka eylem ve söylemlerine rağmen,
yine de ağdalı dilleriyle dünya klasikleri, sergiler, açılışlar, etkinlikler
bizi çağırıyor.. Entelektüel yaşamın karizmatik çağrısı bol kremalı kocaman bir
pasta dilimi gibi çekici.. Sanatı sevmek istiyoruz, bilmek istiyoruz; ama o hiç
gitmediğimiz bir dersin devasa notları gibi, neyi bilip neyi bilmemeniz
gerektiğini bile bilemiyorsunuz.. Bilmemenin de, öğrenmemenin de, hatta
öğrenmek istememenin de ayıp karşılanmadığına kanaat getirdiğim şu noktada
benim sorum şu ki:
Nereden Başlayacağız??
Açıkçası ya buraya kadar düşündüklerim bana yetti. Bazen
sevgilisizlikten yeterince yakındığınızda arkadaşlarınız bıkkın gözlerle tek
bir şey haykırır hale gelir: “giyin, süslen, dışarı çık.. yeni insanlarla
tanış.. bir de Allah aşkına saçlarını bi yıka!”. Özetle harekete geç.. Daha
fazla düşünmeden harekete geçtim ben de. Nerede hangi sergi varmış bir
bakındım, Tijen Hasçi'nin “Ters Köşeleşmeler” isimli resim sergisini gözüme
kestirdim. Sonra Tijen Hanım'ı googleladım. Facebook'ta buldum. Cumartesi günü
için de randevumu aldım!
Kanlı
Canlı Bir Sanatçı:Tijen Hasçi
Tijen Hanım'ın sergisi Çetin Emeç Sanat Galerisi'ndeydi.
Galeri'den aldığım yol tarifine göre, metroyla Çankaya'ya vardım.
Kızlarağası'na girdikten sonra tek yapmanız gereken eski belediye binasını
sormak... Galerimiz orası..
16 Nisan 2013
Kıştan Kalma Bir Gün
Merhaba, başlangıcından beri hep bir kenarında
olduğum her yazısını heyecanla
beklediğim bu blogun gerçekten içinde, bir parçası olmak çok heyecanlı, çok
güzel.
Başlık Fashion May Kill. İddialı, geniş biraz.
Bense 21 yaşında neredeyse kendi kendine t-shirtünü üstüne geçirebildiği ilk
günden beri her sabah, her okul üniforması giymek zorunda olmadığı gün
heyecanlanan, ''bir hafta sadece makarna yesem şu gömleği de alırım'' gibi
cümlelerle günlerini geçiren bir insanım. Genelde günlük giydiğim kombinasyonlarla
burada olacağım bir süre. İşte onlardan ilki:
Haruki Murakami - Sahilde Kafka
Merhaba sevgili
Beauty May Kill okurları. Ben Aslı. Eskiden her hafta bir kitap bitiren bir
insanken, dersler, hayat, dersler ve hayat sebepleriyle kısaca hayat gailesi
dediğimiz olgu sebebiyle daha az kitap okur oldum. Fakat, burada, kitaplar
hakkında yazacak olmak bana kitap okuma isteği ve şevki aşıladı itiraf
etmeliyim. Bu hem benim için hem de sizler için hoş olacak diye düşünüyorum,
umarım öyle olur da, cici cici kitapları sizlere tanıtır ya da yorumlarım.
İzninizle ilk yazıma başlıyorum. Kısa bir yazı olduğuna bakmayın, daha uzun
yazılarda görüşürüz umarım. Haydi bakalım, başlayalım!
15 Nisan 2013
Güçlü Kadın
Öncelikle merhaba.
Kaan geçen gün “Blogumda bir köşe yazmak
ister misin?” diye sorunca önce çekindim, sonra aldığım gazla
“Yazarım tabi
elime mi yapışır?” diye cevapladığımdan beri acaba konumuz ne olsa diye
düşünüyorum. Acaba erkekleri etkilemenin yollarından mı bahsetsem yoksa aynı
anda birkaç insanı idare etmenin cazibesinden mi dejenere olmuş ilişkilerden mi
yoksa kilo vermenin yolları mı derken bugün şehir dışından gelmiş bir
arkadaşımla oturup konuştuğumda fikirler ışık hızında uçuştu kıvrım kıvrım
beynimde.
Demet 4 yıldır evli bir adamla ilişkimsi
içinde. Maddi manevi perişan günler geçirdi ve adamı –adam dediysem ağız
alışkanlığı, adamlığın a’sı yok bünyesinde- hayatından tam olarak çıkarabilmek
için debeleniyor şu an.
Yanımızda ortak arkadaşımız vardı ve
bilirsiniz insanlar arkadaşlarına kıyamazlar, zaman zaman yaptıkları
“hata”lardan onları korumak için tabiri caizse ağızlarına sıçarlar. Hah işte o
modda Demet’i yerden yere çarpmaktaydı. Tablo çok tipik, adam karaktersiz, kız
aşık, acılar kederler ve kızın can kurtaranlığa soyunmuş arkadaşları…
14 Nisan 2013
Serge Lutens Tubéreuse Criminelle: Çirkin Ördek Yavrusu
kırlardan geliyorlar ellerinde
sümbülteber
elbette kırlardan kırlardan gelecekler
başka türlü nasıl güzelleşir bu akşamüstleri
söyleyin nasıl dayanılır dükkanlara depolara
bu katran kokusu başka türlü nasıl geçer
başka türlü nasıl güzelleşir bu akşamüstleri
söyleyin nasıl dayanılır dükkanlara depolara
bu katran kokusu başka türlü nasıl geçer
Kırlardan Geliyorlar, Turgut Uyar
İsminden yola çıkıp şekerli ve über feminen bir
sümbülteberle karşılaşacağınızı sanıyorsanız büyük bir sürprize hazırlanın.
Sümbülteber, beyaz çiçeklerin arasında kullanması
büyük yetenek isteyen bir güzellik. Kaprisli bir diva. Koklayanın ani bir orgazm
yaşayacağı korkusundan Viktoryan dönemde bâkirelere yasak olduğu söylenen
sümbülteber, Hint kültürününse gelinlerini sarıp sarmaladığı bir çiçek. Belki
de kaçınılmaz gerdek gecesine bir gönderme...
Christopher Sheldrake ve Serge Lutens Tubéreuse Criminelle’i tasarlarken,
sümbülteberin doğasında mevcut olan mentolsü ve plastik yönleri silmek yerine fotokopiyle
kat be kat büyütmüşler. (Öyle bir çiçek ki akşam açtığından döllenmesini büyük
oranda güveler gerçekleştirirken naftalinimsi kokusuna rağmen karşı
koyamıyorlar.) İremden bir nefes bekleyenleri yoğun kaffur ve mentol kokularıyla
adeta tokatlıyor. İlk şokun ardından yavaş yavaş kremsi sümbülteber yüzünü
göstermeye başlıyor. Kendisine, portakal çiçeği ve yaseminin yanında
kompozisyona yeşil bir hava veren sümbül eşlik ediyor. Floral notalar
güçlendikçe mentol azalıyor; fakat hiçbir zaman tam olarak kaybolmuyor. Ciltte
eridikçe muhteşem çiçeklerin hakimiyetinde hafifçe karanfil serpilmiş vanilya
ve misk kokmaya başlarken çirkin ördek yavrusunun zarif bir kuğuya dönüşmesine
tanık oluyorsunuz.
Sertab Erener - Sade
Müzik
kariyeri, kulağa oldukça hoş ve cazip gelse de oldukça zorlu bir yol. Bu
yoldaki 20. yılını kutlayan Sertab Erener, yeni albümü Sade ile selamlıyor
bizi. Türkiye’de uzun zamandır, dinlenir müzik yapan az sayıdaki insanlardan
biri olan Sertab’ın yeni albüm yapacağını duyunca sevindim diyebilirim.
Ardından Sertab’dan gelen “Bu albüm 20 yılın birikimi olacak, her şeyi
tadacaksınız.” benzeri bir açıklama gelince mutluluğum katlandı gitti.
Sade
albümünün prodüktörlüğünü Sertab Erener kendisi üstlendi. Birçok söz yazarı ve
besteci ile çalışan Sertab, düzenlemeleri ise Mustafa Ceceli’ye bırakmış. Albümün hazırlık sürecinden bazı anlar ise "Sade Backstage" adı ile yayınlandı.
13 Nisan 2013
L-i-ars
Sinema bazen
sadece öldürmez, gerekirse ölümle tokalaştırır ve sessiz film değilse arkaya mükemmel
bir soundtrack koyar sonra da diyardan diyara dolaştıradabilir sizi. En son
teknolojiyle -artık kaçıncı D oldu
sayamıyorum- 5D-7D filmlerde bazen
ölümün nefesini ensenizde bile hissedebilirsiniz. Hangi dünyaysa o gün vizyonda
olan, o dünyaya bilet alabilirsiniz. Sinema, sanatsal tüm aktiviteler içinde
duyu organlarına hitap patlaması yaşatır. Göze, kulağa, popcornuyla dile,
korkusuyla tüyleri diken diken eden, hüznüyle gözden pıtır pıtır yaş döktüren
dokuya..
Bu bölüm her
hafta kendine bir film seçecek, belki de senaristin kafasından çok uzaklaşıp
kendi yorumuyla ‘’Ne oluyor burada?’’yı anlatmaya çalışacak. Filmlerin zaman
mekân ekseninin ötesinde bir aktivite olduğunu iliklerde hissettirecek.
Önerilen ve anlatılan filmle alakalı memnuniyetten kesinlikle mesuliyet kabul
etmeyecek.
Önemli
olabilecek bir not: Yorumladığım filmi izlemediyseniz eğer, içinde kayda değmez
oranda spoiler mevcut olacak. ‘’Artık izlemesem de olur’’ dedirtecek noktada
ben gerekli önlemi alıp ünlem işaretlerini yerleştireceğim sağa sola.
Sinema,
filmler ve notlarla ilgili ilk haftadan tez yazmak yerine, geri kalan tüm
sıkıcılığı önümüzdeki haftalara pay edip, bu haftanın filmine geçebiliriz
sanırım.
Tavan arası filmi
diyorum ben bazı fimlerime. Artık tozlular ama biliyorum oradalar. Bilgisayarda öylece tıklanmayı bekleyerek
duran, yer kaplayan, yer kapladığı için yeni film bile inemeyen bir bilgisayara
rağmen, silinemeyen filmler... Çok az sonra anlatmaya başlayacağım film işte bu
depoda üstü daha 7 yıllık tozlanmış bir film.
Bu tozlu
film serisini oluştururken, film seçiş aşamasında ise, 2 tip insan
vardır: Konusuna bakmadan film izleyen ve konusunun ıdığını cıcığını inceleyip
film izleyen. Ben bu konuda çift kişilikliyim ama bu filmin başına geçtiğimde
kendisiyle ilgili sadece şunları biliyordum;
Kulaklara Meze Top 10
TANIŞTIĞIMIZA
MEMNUN OLDUM
Indie May Kill ' e hoş geldiniz. Ben
Gözde. Blog dünyasıyla çok önceden tanışmış olmama rağmen kendime ait bir
sütunum olmasının -özellikle de müzikle ilgili bir sütun olması bunun- bana
verdiği heyecanı sizlerle paylaşmak için sabırsızlanıyordum. Nitekim nihayet
tanışabildik. Hoş geldiniz. Indie'den folk'a, alternatif müzik türlerinden
-bazen de- popüler müzik türlerine olan yolculuğumuz umuyorum ki çok güzel
geçecek.
Tekrardan hoş geldiniz.
Gelelim fasülyenin faydalarına. İlk
olarak size birazcık da kendimi tanıtmak, size ısıtmak için bu aralar pek sık
dinlediğim şarkılardan oluşan bir liste paylaşacağım. Arkadaş ortamına, ders
çalışmalara, kitap okumalara, kendi başına keyiflenmelere, nereye isterseniz
oraya uyacak bir liste. Kendimi daha fazla yazar havalarına sokmadan listeme
geçeyim en iyisi.
1) Mumford & Sons - Ghosts That We Knew
Bu senenin 'Album of The Year' Grammy'sini
kazanan M&S bu listeyi hazırlarken aklıma gelen ilk isim oldu. Tesadüfen
ismini duyup merak edip dinlediğim I Will Wait şarkısı ile beni
yakalayan Mumford & Sons iki güzel albümü 'Babel' ve 'Sigh No
More' ile beni kendine iyice bağladı. Çoğu sevdiğim grubu bir anda arka
planlara ittiğini de itiraf etmeliyim.
Albümlerin ikisini de hatta Sigh No
More'un Live performanslı Deluxe Edition'ı da dinlemelisiniz. Gerçekten
başarılılar oldukça. Dünya turuna çıktıkça buralara da gelirler umarım.
Murat Boz - Vazgeçmem
Yazın yaklaşması ile birlikte popçularımız birer birer şarkılarını piyasaya sürmeye başladı. Son zamanlarda kadın popçuların açık ara fark attığı müzik piyasasına, Murat Boz etkili bir giriş yaparak bu duruma bir son verdi.
İlk kez dün gece duyduğumuz Vazgeçmem şarkısı ile yaza hazır olduğu gösteren Murat Boz, yeni görüntüsü ile de oldukça iddialı. Yaklaşık 9 aydır düzenli beslenme ve spor programı ile forma giren Murat Boz'un fotoğraflarını Nihat Odabaşı çekti.
İlk kez dün gece duyduğumuz Vazgeçmem şarkısı ile yaza hazır olduğu gösteren Murat Boz, yeni görüntüsü ile de oldukça iddialı. Yaklaşık 9 aydır düzenli beslenme ve spor programı ile forma giren Murat Boz'un fotoğraflarını Nihat Odabaşı çekti.
4 Nisan 2013
Kim, ne dinliyor?
Yine ve yeniden yenilik denemeleri devam ediyor. Oturmuş, neler yapsam diye düşünürken, aklıma "acaba insanlar bu ara ne dinliyor?" sorusu geldi. Sorunun yanıtına ulaşmak ise kolay oldu diyebilirim. Etrafımda müzik zevkine güvendiğim arkadaşlarıma "Son zamanlarda dinlediğiniz 5 şarkı nedir? ve Neden o şarkı 1 numara? " sorularını sordum ve aldığım cevapları aşağıya listeledim. Arkadaşlarım ise beklentilerimi fazlasıyla karşıladı, ben de bunu ufak bir projeye dönüştürme kararı aldım. Tabii ki diyebilirsiniz, bana ne Ali'nin ne dinlediğinden. Öyle demeyin, müzik bir yerde paylaşımdır. Paylaştıkça da çoğalır ve keşfedilir. Belirli aralıklar ile tekrarlamayı düşündüğüm bu projenin ilk adımının biraz gizemli olmasını istediğim için liste sahipleri hakkında fazla bilgi vermeyeceğim. Sen de bu listelere bir göz atıp, beğendiklerini takip etmek istersen, şöyle aşağıya doğru in bakalım.
M. M.S.
5-) Marina and the Diamonds - Sex Yeah
4-) Azealia Banks – 1991
3-) Justin Timberlake - Tunnel Vision
2-) Diamond Rugs - Blue Mountains
1-) Mylène Farmer - Monkey Me
Lana Del Rey - Paradise Turnesi
Lana Del Rey'in, uzun zamandır beklenen turnesine 3 nisan itibariyle başladı. Şimdiye kadar sahnede çok uzun süre kalmayan Lana'nın baskı altında bocaladığını biliyoruz fakat ilk izlenimler oldukça hoş gözüküyor. Şimdiye kadar turne kapsamında 41 konser olacağı açıklandı. Bu konserlerin yaklaşık 30'dan fazlasının biletleri ise çoktan tükendi bile.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)