Boğaz ağrısı,baş ağrısı,burun
akıntısı... Bolca tüketilen sıcak içecekler,nefes almakta zorlanılarak dalınan
uyku ve tabii ki kıçı açıkta kalmışçasına görülen kabuslar. Evet sevgili
okurlar; geçtiğimiz iki gündür griple savaşmaktayım. Sağ olsun başıma gelmeyen
de kalmadı bu hastalık yüzünden. Penceremin ötesindeki güzel İzmir havasını
kaçırdığım yetmez gibi; kartımı evde bıraktığım gece saatlerinde taksiye
atlayıp fellik fellik nöbetçi eczane aradım ve cebimdeki paranın sadece
ilaçları karşılaması sonucu bir de taksici Muzaffer Abi'ye borçlandım. Neyse ki
kendisi can bir abi çıktı, sokak sokak dolaştırıp üstüne bir de 'Abi param eksik
çıktı, kusura bakma yarın versem.' dememe aldırmadan 'Tabi ki, yarın durağa
getirirsin.' dedi. Buradan Muzaffer Abi'ye sevgilerimi yollayıp, bu yazımı
kendisine ithaf ediyorum :))
Geçen haftaki yazıyı hazırlarken aklımın bir
köşesine kazımıştım albüm incelemesi fikrini. Hangi şarkıcı/grup, hangi albüm,
hangi yıl, hangi tür diye düşünürken zorlanmadım dersem yalan söylemiş
olurum. Ama tabi yardımcı olan durumlar da olmadı değil. Mesela kulağımın
derinliklerinden gelen, aklıma yerleşmiş tınılarıyla Bastille (daha doğru
şekliyle yazarsam BΔSTILLE)... Kendisi bu işi bayağı kolaylaştırdı sağ olsun.İyi ki Bad
Blood gibi mükemmel hatta mükemmel-ötesi bir albüm yapmışlar da ben de
bu haftamızı yazısız geçirmedim.
Biraz Bastille'den bahsetmeli; Bastille
aslında Paris'teki bir hapishanenin ismi. Bastille Hapishanesi Baskını ise
Fransız Devrimi'nin en sembolik olaylarındandır. 14 Temmuz'daki baskın
ihtilalin başlangıç hareketlerinden biri olarak değerlendirilmektedir
tarihçiler tarafından. Bu Bastille'in bizim Bastille'imizle alakasına gelecek
olursak, güzel sesli solistimiz Dan Smith'in doğum tarihi de 14 Temmuz'dur.
Londra doğumlu Bastille ilk olarak Dan'in solo projesi olarak 2010'da ortaya
çıksa da Dan daha sonra Bastille'in bir grup olması gerektiğine karar
vermiştir. Chris
'Woody' Wood, Will Farquarson ve Kyle
Simmons
da grubun diğer isimleri.
Grup 2013'teki albümü Bad Blood'dan önce iki
mixtape de çıkarmıştır aslında (Other People's Heartache Pt1 - Pt2 ) ama ben
sizinle orijinal stüdyo albümünü paylaşmak istedim. Nitekim kendisini iki
haftadır kesintisiz dinlemekteyim. Başka bir şarkı açtığımda bir anda elimin
aramaya tekrar Bastille yazmaya gittiğini fark ettiğim çok oldu.
Ve artık sizi BAD BLOOD ile
baş başa bırakıyorum.
1-) POMPEII :
Albümün açılış
şarkısı Pompeii. Klibi de tvlerde bayağı dönüyor bu aralar. Eminim denk
gelmişsinizdir. Albümlerini açılış şarkılarının genel olarak albüm hakkında
bilgi verdiğine inanan bir insan olduğumdan bu şarkıyı albümü ilk dinlerken de
aklımdan 'Albümün devamı da böyle olacaksa yaşadık demektir Gözde.' diye geçti.
Nitekim de öyle bir şarkı. Albümün duruşunu, temsil ettiği ritmleri ve seslerin
enstrümanların nasıl kullanıldığına dair düşünceler beliriyor kafanızda,
Pompeii'yi dinlerken. Hafiften sizi dans etmeye de teşvik etmiyor da değil.
Albüm içindeki favorim değil belki ama grubun bu şarkıyla kendilerini bize
tanıtmaları doğru bir seçim olmuş bence.
2-) THINGS WE LOST IN
THE FIRE
Belki de albüm içinde
müziğini en beğendiğim şarkı olabilir Things We Lost In The Fire. Hatta albümü
ilk dinlediğimde en sevdiğim şarkı da bu olmuştu. Bir gün boyunca bu şarkıyı
dinlemekten albümün kalanını dinleyemediğimi de itiraf etmeliyim. Grubun
İngiliz olmasının güzelliğinin de hafiften ortaya çıktığı bir şarkı bu; o
güzelim İngiliz aksanını bazı kelimelerde çok iyi duyuyorsunuz. British is
always better , demekten kendimi alamıyorum (bknz. Radiohead, Queen,
Coldplay, The Rolling Stones, The Smiths, Morrissey vs..) Şu sıralar grubun Muse'un 'The 2nd Law Tour' turnesinde alt grup olarak çıktığını da
hatırlatarak; canlı performans olarak bu şarkının daha da yükseldiği
düşüncesindeyim derken albümün Extended Cut halinde şarkının live halini de
bulmanın mümkün olduğunu da söylemeliyim.
3-) BAD BLOOD
Ve albüme ismini veren
şarkı. İntrosuna bayılıyorum bu şarkının. Ki normalde elektronik sounda
bayılan bir insan değilimdir ama bu şarkının introsundaki elektronik sesler
beni benden alıyor. İntrodan sonra sözlerin girmesiyle biraz şarkıda düşüş
olması da dikkatten kaçmıyor; yani introyla beraber şarkının hızlı devam
edeceğini düşünürseniz -benim gibi- biraz hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
Bad Blood 'ın orijinal versiyonu benim favorilerim arasına girmese de albümün Extended
Cut olarak yayınlanan şeklinde piyano versiyonu kelimenin tam anlamıyla
mükemmel. Özellikle solist Dan'in kafa sesine çıktığı yerlerin piyanoyla
bütünleştiği yerler tam bir ziyafet kulaklarımız için.
4-) OVERJOYED
'oh I feel overjoyed
when you listen to my words..' yine
introsuna hayran kalınası bir parça. O güzel introdan sonra gelen ritimle
şarkının kısacık nakaratında yükselmesi ve bir anda tekrar pat diye sizi
başlangıca döndürmesi; ardından basamak basamak Dan ile beraber terkar yükselmek. Zaten albümün çıkış parçası da Overjoyed. Demek ki grup da bizi baştan
çıkartmak için en güçlü silahını kullanmış. Overjoyed için söyleyebileceğim çok
şey yok; çünkü albümde beni belki de 'speechless' bırakan tek şarkı diyebilirim
onun için. Eğer ki siz anlarsanız Overjoyed'un dilinden lütfen bana da anlatın.
5-) THESE STREETS
Pompeii'den sonra yine
yerinde zıp zıp zıplamaya iten şarkılardan biri. Aynı şekilde şarkıyı dinlerken
de Bastille'i sahnede düşünüp ona göre çılgınca kendimi kaybedip evde kendi
kendime dans ettiğim doğrudur. Özellikle nakaratı dinlerken kendini
durdurabilen varsa aşk olsun ona. Yolda yürürken arkama bir fon müziği koyup,
hayatı bir reklam sahnesi gibi geçirecek olsam o fon müziği kesinlikle These
Streets'in nakaratı olurdu benim için.
6-) THE WEIGHT OF LIVING PT II
Albümün ortasına
geldiğimizin belirtisi bu şarkı. Bence albümdeki en farklı şarkı.
Başlangıcından itibaren sürekli değişiyor,bir iniyor bir çıkıyor. Siz ne
olduğunu anlamaya çalışırken (acaba şarkı mı değişti? aa bu şarkı güzelmiş, ya
ne ki bunun adı?) bir anda bitiveren bir şarkı. Albüm bundan sonra bambaşka bir
şeye dönüşmüyor yine güzel Bastille şeklinde devam ediyor ama bu şarkı sanki
albümü ikiye bölmeye çalışıyor gibi. Çünkü gerçekten bu şarkıyı dinledikten
sonra albüme farklı bakmaya başlıyorsunuz. Pompeii yerine başka bir açılış
parçası seçmek mümkün olsaydı sanırım ben The Weight of Living Pt 2'yi
seçerdim. Peki bu Pt 2 ise Pt 1 nerede diyeceksiniz? O kısmı sürpriz olsun ;)
7-) ICARUS
Albümde favorilerim
arasında bu şarkı. İkarus'un hikayesi beni her zaman etkilemiştir. İkarus ile
ilgili şarkılar da o yüzden bende direkt +1 puan alarak yarışa önde başlarlar.
Şimdilerde dağılmış olan kıymeti bilinmeyen gruplardan Sakin'in de İkarus
Başarsa şarkısını da bu yüzden sevmiştim. Belki Icarus'u da sevmemin
sebeplerinden biri bana Sakin'i hatırlatması da olabilir. Yeri gelmişken
Sakin'i acayip derecede özlediğimi de belirtmeliyim.Ne güzeldiler oysa ki.
8-) OBLIVION
Albümü daha en başından
dinlemeden önce ilk dinleyip sevdiğim şarkı Oblivion'dur Bastille'den.
8tracks'te listeler arasında gezinirken kulağıma çalınmış, kendisini çok
beğenmiş daha sonra hafiften grubu araştırayım derken Pompeii ile karşılaşıp
albümün tamamını dinleme kararı almıştım. Zaten geçen haftaki yazımda da
listeme koyduğum şarkı Oblivion olmuştu. Her ne kadar bu aralar insanlara
Oblivion'dan bahsettiğimde herkesin şu ara vizyonda olan Oblivion filmini
hatırlayıp 'Ay onun şarkısı da mı var? Umarım güzeldir, film kötüydü çünkü.'
demelerine rağmen ben insanlara yaymayı planlıyorum bu şarkıyı. Belki filmde de
çalıyordur şarkı bilmiyorum ben izlemedim henüz. Zaten sinemanın yeri burası
değil. Sinemanın adresi 'Cinema May Kill.'
:) :) :)
9-) FLAWS
İşte benim albümde EN AMA
EN ÇOK sevdiğim şarkı. Aslında kendisine ilk Extended Cut'taki Acoustic Live
performansıyla hayran kaldım. Ama zaman geçtikçe orijinal versiyonuna da
alıştım. İlerde (?) kendime ait bir cover grubum olursa ilk söyleyeceğim
şarkılardan biri de Flaws olacaktır. Flaws için de yazacak çok şey var, ama en
iyisi siz de dinleyin belki dinlerken benim anlatmak istediğim tüm güzel
sıfatları şarkının içinde bulursunuz.
küçük not: Yazımın
başlığını oluşturan cümle de Flaws'tan seçmece bir cümledir. Devamı ise 'There's
a hole in my soul, can you fill it?' şeklindedir.
10-) DANIEL IN THE DEN
Albümün yine dönüm noktası
şarkılardan biri benim için. Sanki bir üçüncü part'a geçecekmişiz gibi
hissettiriyor albüm içinde. İlginçtir ki ritmiyle, solistin sesiyle, back
vokalleriyle bu şarkı bana fazlasıyla Fun.'ı çağrıştırıyor. Çok tiyatral bir
şarkı bana göre. Herhangi bir filmin, bir müzikalin, bir tiyatro oyunun bir
yerine koysanız hiç sırıtmayacak bir şarkı. Savaş alanında da gideri var,
sokaklarda yürüyen düşünceli bir adamın arkasında da gideri var. Hatta bir bar
sahnesinde bile gideri var. Eğlenceli olduğu gibi bana bir şekilde hüzün
vermeyi de başaran bir şarkı. Kim bilir belki de içinde bir özel isim
barındırdığından bana gerçek bir hikayesi varmış gibi hissettirmesindendir.
11-) LAURA PALMER
Haziran başında albümün 5.
single'ı olarak ilan edilen şarkı Laura Palmer. Yine içinde özel isim var ve
yine bana çok özel bir şarkıymış gibi hissettiriyor. 'This is your hearts
can you feel it? Pumps through your veins can you feel it? derken 'Yes I
can feel it' diye bağırmamak için zor tutuyorum kendimi. Yine bu şarkının da
inanılmaz bir canlı performansı var ki dillere destan. Piyanoyla uyuşan ses
bulduk mu bırakmamalıyız bence. O yüzden Dan Smith'i de bırakmamalı.
12-) GET HOME ( hidden track : THE WEIGHT OF LIVING PT I )
Albümün son şarkısı. Şarkılarıyla bizi alıp başka alemlere götüren
grup geri dönüşümüze ithafen de bir şarkı yapmış. 'How am I gonna get myself
back home?' diyor. Eğer gecenin sonunda kendinizi bir yerlerde kaybolmuş
hissediyorsanız ve dönüş yolunuzu bulamıyorsanız sizi iliklerinize kadar
ağlatacak şarkıdır Get Home. Geriden yükselen bir koro edasıyla gelen back
vokaller de şarkıyı ilahileştiriyor.
Grup albümün sonuna bir de
sürpriz koymuş. Hidden track olarak The Weight of Living Pt 1'i yerleştirmiş Get
Home'un ardına. Pt 2'yi gölgede bırakabilecek kadar güçlü bir şarkı Pt 1. Benim
kişisel favorim de bu hidden trackten yana zaten. Ama iki şarkıdaki The Weight
of Living'in uzun uzun söylenişleri bile yeter de artar iki şarkıyı da sevmemiz
için.
Bir albüm de böylece bitti. Size yazarken
de kaç defa dinlediğimi hatırlamadığım bu albümü sizin de sevmiş olacağınızı
düşünüyorum. Şimdilik bir dileğim daha var o da Muse bu sene Türkiye'de de
konsere gelsin ki ön grup olarak da yanlarında Bastille'i getiriversin. Biz de
bu güzel şarkıların canlı performanslarıyla kendimizden geçelim.
Aksilik çıkmadığı sürece;
Haftaya görüşürüz, kendinize iyi bakın,
müzikle kalın. xx
Gözde Sarıhan
Şahsen en sevdiğim köşe bu Beauty May Kill'de :)
YanıtlaSilBöyle güzel yazılara devam. Boş geçme hiç bir haftayı. Bu sayfa kısayollarımda hep ilk sıralarda bulunsun bence :)
YanıtlaSilBöyle güzel yazılara devam. Boş geçme hiçbir haftayı. Bu sayfa kısayollarımda hep ilk sıralarda bulunsun bence :)
Sil