30 Eylül 2013

Öğrenci Alemine, Başka Alemlere, Ama Asıl Polis Alemine Dikiz Atan, Entrikası Bereketli Bir Polisiye


Behzat Ç.’ yi bilir misiniz? Sürekli argo konuşan, kütümsü saçlı, saç sakal birbirine karışmasına rağmen anlamlandırılamayan bir karizmaya sahip olan ünlü komiser Behzat Ç. Her 10 dakikasında bir “Nabıyon la?” repliğini her duyuşumda yüzüme en irisinden bir gülümseme yayan, bazen beni hüngür hüngür ağlatan, bazen de kahkahalarla güldüren güzide dizim. Bitmesine ne kadar üzülsem de, şu dönemde bu kadar dobra bir dizinin bu kadar süre bile yayınlanması şaşırtıcıydı zaten. E tabii filmlerini de unutmamak lazım. Behzat Ç.’yi çok fazla argo ve küfür içerdiği için sevmeyen çevreler de var, yani kendilerince haklı olabilirler tabi ama ben doğal, içten, bizden biri gibileri gördüğüm karakterleriyle birlikte diziye de hayranlık duymaktayım. Doğallıktan ölen bu dizi ve dizinin baba karakterleri hatrına, Behzat Ç. macerasını başlatan, Gezi eylemlerinde Çarşı Grubu’ndan eylemlere katılıp bir TV programında “Benim arkadaşım, gaz kapsülüne vole atmış adam.diyerek beni delicesine güldüren, Raskolnikov’a karşı özel bir ilgisi olduğunu düşündüğüm ve kitaplarını heyecanla takip ettiğim Çarşı fedaisi Emrah Serbes’i ve kitaplarını tanıtmak istiyorum bu hafta sizlere. Nereden geldi aklıma bilmiyorum ama “Acaba napsam bu hafta kiiii?!” sorularıma “Bilmem…” şeklinde cevap verilmesinden mütevellit derin düşüncelerim sonucu çıkardım beynimin içinden bu fikri sanırım. Beni iplemeyen arkadaşlarıma da kindar göndermelerimi yaptıktan sonra başlasak mı?


Emrah Serbes’i ben hep Aşk-ı Memnu’daki Beşir’e benzetirdim. Hala da benzetirim. (Beşir’i severdim ben, naif bi çocuktu, Behlül gibi piç değildi, mülayimdi, Allah rahmet eylesin.) Onun için de kendisine duyduğum sempati bu benzerliği yakaladıktan sonra seviye atladı ve onu her görüşümde “Ehe Beşir.” moduna girmeme neden oldu. Dostoyevski’yi sevmesi ve sevdiği kıza Raskolnikov’dan bahsedip onu korkutan bir karakteri yazdığı yazısıyla beni kendine hayran bırakan Serbes, aynı zamanda bir zamanlar bayıldığım Murat Menteş, Uykusuz’un gözbebeklerinden Fırat Budacı ve daha niceleriyle beraber Afili Filintalar üyesi. Emrah Bey’in yazdığı bir kısmın linkini hemen paylaşıyorum.

27 Eylül 2013

Jessie J - Alive

Daha tanışalı birkaç ay olmuşken sanki beraber büyümüşsünüz hissi veren insanlar vardır ya, işte müzik dünyasında da bunun son zamanlardaki en güzel örneği Jessie J.



2011 yılında çıkardığı Who You Are albümü ile hayatımıza giren ve ardından The Voice UK’de her hafta izlediğimiz Jessie J’yi aslında sadece 3 yıldır tanıyoruz. Who You Are gibi neredeyse her şarkısı başarılı/hit olan bir albümden sonra Jessie J, The Voice yarışmasındaki koçluk görevine son verdi ve müzikal kimliğine odaklandı. Buradaki sebep ise oldukça açık; beklentileri karşılayabilmek için fazla çalışma gereksinimi.

Jessie J’in 2. stüdyo albümü Alive. Bu cümleyi yazdıktan sonra “zaman kavramı” kafama dank etti ve girişi az önce okuduğunuz gibi yazma kararı aldım. Çünkü, eğer ben hararetli bir sohbetin ortasındayken birisi yaklaşıp “Jessie J’in kaç albümü var?” diye sorsa, rahatlıkla 5 filan diyebilirim.

Jessie J’in “sanki uzun yıllardır müzik piyasasında” olma özelliği iyi mi yoksa kötü mü tam olarak bilemiyorum. Mesela, Jessie J’in sesine laf eden varsa hemen şu an yazıyı okumayı bırakabilir. Jessie’nin karakteri ise sesiyle yarışır cinste. Özellikle The Voice yarışmasındaki koçluk görevi ile karakterini son derece öne çıkaran Jessie J, insanları kendine hayran bırakmayı başardı. Müziğe duyduğu aşk ile insanlara bir şeyler öğretmeyi neredeyse kendine misyon haline getirmiş bir sanatçı. Jessie’nin İngiliz olması ise onu yarışta 1-0 önde başlatmaya yetiyor. Fakat, Jessie J’den sıkılmak da mümkün. Şarkılarda vurgularını, nefes alış verişlerini, elini ne zaman nereye kaldıracağını anlamak için Jessie’yi 2 saat izlemek yeterli. 

Alive

25 Eylül 2013

Bir Indie Patlaması Olarak: Rock’n Coke 2013

Bu yazıda sizlere Indie May Kill’de konuk yazar olarak ben Rock’n Coke 2013 tecrübemi aktarıyor olacağım. Önce ufak bir tanışma iyi olur diye düşündüm, ben İdil Damla Bingöl.

Gelelim Rock’n Coke’a… Bu sene Rock’n Coke bir sürü heyecan verici isimle doluydu ve ben de henüz festival başlamadan kaçta nerde olacağımı kabataslak ayarlamış durumdaydım. Klaxons asıl gitme sebebimdi ama başka bir sürü güzel konser izledim ve gerçekten çok eğlendim. Ama her şey sırayla.


Kampsız kombine biletlerimiz sağ olsun bizim için Rock’n Coke cumartesi öğleden sonra başladı, asıl amacım 15.00’teki The Ringo Jets konserine yetişmekti ama dördüncü kez The Ringo Jets konserini ıskalayarak kendi adıma bir rekora doğru büyük bir adım attım ve 17.30’da The Editors ile başladık. The Editors benim çok büyük bir heyecanla beklediğim bir konser değildi itiraf etmeliyim, ama iyi ki gitmişim ve iyi ki ordaydım, gerçekten değerdi. Sahneye biraz daha geç bir saatte çıksalar çok daha görkemli bir konser olurdu eminim ama her şeye rağmen diyorum ya, iyi ki ordaydım. The Editors’ın ardından benim merakla beklediğim ve canlı performanslarını görmek istediğim Everything Everything için saat 19.00’da Party Arena’daydık. Everything Everything her anıyla çok eğlenceli, danslı, hareketli bir bir saat verdi dinleyicisine. Gerçekten etkileyici bir performanstı, her şeyin ötesinde eğlenceliydi ve eminim öylesine dinlemeye gelen bir sürü insanı dinleyicileri arasına kattılar o performansları ile.

Ardından geçtik ana sahneye Hurts’e. Hurts beklediğimden çok daha fazla dinleyiciye sahipmiş, gerçekten çok kalabalıktı, Hurts hiç dinlememiş biri bile eminim bayılmıştır Hurts’e o konserden sonra. Çok sempatik ve dinleyiciyle iletişim halindeydiler, gördükleri ilgiden çok memnun ve alçakgönüllü bir halleri vardı bana göre. Theo’nun herkesten cep telefonlarını çıkartmasını isteyişi ya da Blind’da hepimize bir ağızdan şarkıyı söyletişi bunlar gerçekten mükemmel konser deneyimi oluyor dinleyici için. Hurts benim ana sahnede izlediğim en etkileyici performanstı (Prodigy izlemedim ama hemen kızmayın). Hurts biter bitmez koştuk Party Arena’da Dub Fx dinlemeye, ki gerçekten cumartesimiz ordan oraya koşturmakla geçti. Dub Fx ilginç bir adam, seyircisiyle konuşuyor bol bol ve bu da sempatikliğini katlıyor, Dub Fx’i çok uzun izleyemedik ama izleyebildiğim her anında çok eğlendim dans ettim diyebilirim. Şimdi gelelim taşa tutulacağım o ana: Arctic Monkeys ana sahnede. Önce söyleyeyim Arctic Monkeys’in çok büyük bir hayranı değilim, ama konseri merak ediyordum açıkçası. Yine de bana göre Arctic Monkeys beklediğimden sönüktü, daha görkemli daha ihtişamlı daha parlak bir şey beklemiştim, ama beklediğimi bulamadım. En heyecanla beklediğim When the Sun Goes Down bile bir sönüktü sanki.

Hurts - Wonderful Life

        

22 Eylül 2013

Tom Ford Sahara Noir: Günlük On the Rocks


Her şeyi gören güneş tanrısı Sol, Venüs ve Mars’ın zinasının da ilk şahidi olur. Güzellik tanrıçasının kocası Vulcan’a duyduğu üzüntüden ötürü bu münasebeti ona bildirir. Demircilik ve ateş tanrısı Vulcan büyük bir ızdıraba sürüklenir ve bronzdan bir ağ örmeye başlar. Gözle görülemeyecek kadar ince olan bu ağı yatağa yerleştirir. Venüs ve Mars birlikte olduklarında bu ağa takılıp hapsolurlar. Vulcan diğer tanrıları yatak odasına çağırır, birbirlerine kenetlenmiş ikiliyi göstererek büyük bir utanca mahkûm eder.

Venüs, kocasını haberdar edenin Sol olduğunu unutmaz ve intikam arzular. Gizli ilişkisine zarar veren Sol’u kral Orchamus’un güzeller güzeli kızı Leucothoë’ye âşık eder. Bu sevdayla gözü ne karısı Clymene’i, ne Rhode’u, ne de kendisine virane Clytie’yi görür.

Bir gece Sol, Leucothoë’nin annesi kılığında genç kızın odasına girer ve onu on iki hizmetkârıyla bulur. “Bir anneyi kızıyla özel konuşma hakkından mahrum etmeyin.” der ve yalnız kalmayı başarır. Çok geçmeden Sol gerçek cismini güzel bakireye gösterir ve ona sahip olur. Clytie kıskançlıkla kavrulur ve bu olayı Orchamus’a anlatır. Genç kızının zinasını gururuna yediremeyen kral, Leucothoë’yi diri diri gömer. Sol geldiğinde artık çok geçtir, kızın soluk cesediyle karşılaşınca yıkılır. Gömüldüğü yere tanrıların gıdası ilahi nektardan serper ve “Yeniden havayla temas edeceksin.” diye söz verir. Leucothoë’nin vücudu nektarla sırılsıklam erimeye başlar ve toprağa karıştığı noktadan bir günlük ağacı yükselir.
                                               Ovid, Metamorfozlar IV1 

19 Eylül 2013

Pretend You’re Happy When You’re Blue

Bana çok uzun gelen bir aradan sonra yeniden birlikteyiz. Bana uzun geldi, çünkü uzun süredir yazmadım. Dinginlik içinde, “hiçbir şey yapmamaca” oynuyorum. Çok zevkli, inanır mısınız? Küçük bir “kendini bulma yolculuğu” içindeyim.  Her huzur, dinginlik ve sakinlik istediğimde olduğu gibi, bu sefer de bir Haruki Murakami romanı okumak istedim: Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında. Kitaba adını veren şarkı da tahmin edebileceğiniz gibi, South of the Border.  



Kitabın adından itibaren başladık Haruki Mukarami’nin yine entelektüel bilgi bombardımanına. Umarım caz ve klasik müzik açısından roman karakterinin bayıldığı şarkılar, sanatçılar, şarkı sözlerini kucaklayan bu romanı okurken siz de benim kadar heyecanlanırsınız.

Kitabımız Hacime isimli bir adamın hayatını kaba çerçevede ele alıyor. Hacime; iki çocuklu, sevdiği kadınla evlenmiş, mutlu bir evliliği olan, sıradan sayılabilecek bir adamdır. Eşinin babası tarafından aldığı yardımlarla kendi çalışkanlığını harmanlayıp kazandığı başarılı bir kariyeri olmasına rağmen yine de hayatında eksikler aramaktadır. Hacime’nin çocukluğundan başlayarak hayatını bir nevi kronolojik sırayla ele alan Murakami,  kahramanın duygusal gelgitlerini de bize çok derin bir şekilde hissettiriyor. Kitapta Hacime’nin ikilemleri, gençliğinde düştüğü sıradan hatalar, evliliğinde mutlu olup yine de bazı eksiklikleri sorgulaması gibi birçok psikolojik irdeleme yer alıyor. Hacime’nin artık hayatının dönüm noktasında olduğu andaki psikolojisini, basit nüanslarda, kendi psikolojinizle özdeşleştirebilirsiniz. İnsanoğlunun çok da karmaşık bir yaratık olmadığını bize tekrar hatırlatan Murakami’nin bu romanı, aslında tam “uzun metraj film çekilmelik roman” niteliği taşıyor. Kısa bir film senaryosu gibi olan kitabı okurken bunu siz de hissedeceksinizdir, eminim. Çılgın yaratıklar, gizemli olaylar, heyecanlı maceralar olmamasına rağmen, okuyucuyu yine dingin denizlerde kısa süren ama dolu dolu bir yolculuğa çıkaran Murakami’ye saygımı, sevgimi dile getiriyorum tekrar.

17 Eylül 2013

Britney Spears - Work Bitch

Miss Legendary Britney Spears


Yaklaşık bir aydır www.britneyspears.com’ da geri sayım yapan pop müziğin prensesi Britney Spears, sonunda sevenleri ile buluştu. Uzun zamandır merakla beklenen Work Bitch’in, günün erken saatlerinde düşük kalitede sızmasının ardından, Britney harekete geçti ve yeni teklisini bir gün önce yayınladı.

Şarkının adı “Work Bitch”. Bu haberi ilk duyduğumda biraz garipsesem de birkaç gün içinde kafamda sözler, klipler, konseptler oluşturmaya başladım. Fakat şarkıyı dinlemem ile birlikte tam bir ters köşe olayı yaşandı.

Şarkıyı özetlemek gerekirse “EDM” kelimesi yeterli olacaktır. Evet, yanlış okumadınız. EDM. Popun prensesi Britney’nin, yeni teklisi Work Bitch elektronik dans müziği niteliğinde. EDM hastası bir dinleyici olarak tabii ki Britney’nin bu tarzda bir şarkı ile çıkmasına çok sevindim.  Aslında “Britney yeni şarkı yapıyor.” heyecanını bırakıp mantıklı bir şekilde düşünseydim, Britney’nin bu tarza yakın bir şarkı ile geri döneceğini biraz da olsa tahmin edebilirdim. Britney’nin yeni şarkısını/albümünü Will.i.am üstlenmiş durumda. Peki, bu ikili daha önce ne yaptı? Scream & Shout! Evet, Scream & Shout’ta EDM sinyalleri veren Britney, bu sefer gerçekten oldukça sert bir şarkı ile karşımızda.

                        

15 Eylül 2013

Trend Raporu: Sonbahar/Kış 2013 Erkek Giyimi

Kadın koleksiyonlarının dahi bol, erkek kesimlerine doğru kaydığı bu sezon, erkek koleksiyonlarında da tasarımlar alabildiğine bol ve büyük kesim. İnce çizgiler sezonu domine eden gri eşliğinde geri döndü. Kürk detaylar olabildiğince çok gözümüze çarpıyor. Hatta bazı markaların kürk ceketleri sezonun en dikkat çeken özelliklerinden. Kışlık giyimde genel olarak sadelik ön plandayken, kazaklar ve gömleklerde kullanılan desenler de sezonun önemli parçalarından.


2013'ün en önemli elementlerinden olan kürk, neredeyse her tasarımcının elinde farklı şekillenmiş. Ermenegildo Zegna'nın elegan, tıraşlı Vizon'u, Versace'nin dantel bir parçayla birleştirdiği yerlere kadar uzanan tasarımı, Moschino'nun ise ekoseyle kullandığı kürk detayı... Hepsi ayrı ayrı göz alıcı.

Fendi

Versace

Fendi - Ermenegildo Zegna

Moschino

13 Eylül 2013

Sevişmek Ne Hoştur Yıldızların Altında

Soğan savunma sistemimizi güçlendirir…

Sene 1999. Herkes heyecan içinde… Her vitrine metalik gri hakim, 2000’li yıllara girilecek sonuçta, pazardan aldığımız penyelerin yerini alüminyum takımlar alacak sanılıyor. Yılbaşında doğan bebekler ana haber bültenlerine çıkıyorlar, MİLENYUM ÇOCUKLARI!! Beklentiler tavan, uçan arabaları bu bebeler icat edecek çünkü. Her dönemde evlatlar ana babalarını hayal kırıklığına uğrattılar, ama hiçbiri 2000’de doğanlar kadar elde patlamadı. Geçen haziran SBS’ye girdiler falan, haftaya da liseye başlayacaklar. Normal normal… Keh keh, içten içe seviniyorum sanırım bu duruma. 7-8 yıl sonra ışınlanmayı bulurlarsa fena bozulacağım. Neyse işte, 99’da Gani Müjde’nin senaryosunu yazıp yönettiği Kahpe Bizans’ın bir kapanış sahnesi vardı aklıma kazınan:  “Soğan ve sarımsak yemeyi en iyi doğum kontrol yöntemi sanan Nacarlar nüfuslarını kontrol altına alamadılar ve çoğaldıkça çoğaldılar…

Doğum kontrolü dediğinin etkisi kanıtlanmış tıp camiası tarafından önerilen zilyon çeşidi var. İki cins için de kondomu var, spermisiti var, diyaframı, hormon hapları, deri altı implantları, iğneleri var. Sevişmesini bilen bir zahmet bunları da bilsin*.  Tabi bilmek bazen yetmiyor, geçen gün arkadaşım onunla uzun süredir ilgilenen bir çocukla buluşmadan önce yanıma geldi. Merhabalaştık, tam öpeceğim özünü, dedi ki “Öpme soğan yedim.” Neden dedim, güzel kardeşim neden?? “Ya aramızda bir şeyler oturmadan yakınlaşalım istemiyorum o yüzden”. Hadi buradan yak… “Anı yaşamalıyız” martavalının ötesinde, zamanından önce yakınlaşmanın ilişkinin gidişatı üzerinde büyük etkisi olduğunu daha önce tartışmıştık. Yani ortam yaratmamak bu durumdan kaçınmanın en kolay yolu ama yine de tam bir koruyuculuk sağlamıyor tabi. Sevene her yer Trabzon. Dolayısıyla düşününce kıza da hak veriyorum, kendini kontrol edebilmek için ekstra motivasyona ihtiyaç duymasını yadırgayacak değilim. Zira seks bu, tadını alan iflah olmuyor. Ağda ertelemek, babaanne içliği, zıbın, seks öldüren pamuklu iç çamaşırları… Ve tüm bunlar işe yarasın diye alkolden kaçınmak…  Çünkü alkol sere serpe sevişmelerin bahanesi, tüm kötülüklerin anası. Senin de karşı tarafın da yakınlaşmak dışında bir şeyi umursamasını engelleyen pis nalet bir şey. Neyseki saat 10 yatağa kon artık. 22’den sonra alkol satışının engellenmesinin dolu tarafı… Sevişmekten kaçınmak, yani sevişmemek en etkili doğum kontrol yöntemi, kim ne derse desin…

Ya tutarsa…

Kadın erkek eşittir, kadınlar Osiris’in çayırlarında dilediğince koşan bizonlar kadar özgürdür hipotezinin sekteye uğradığı yere geldik işte dostlarım. Şartlar oluşmadan çiçeği burnunda bir anne, bıyıkları yeni terlemiş bir baba olmak herkesin korkulu rüyası. Baba olmak da bir sorumluluk, o çocuk “ikinizin” muhabbetlerini bir kenara bırakmak lazım. Çünkü doğacak bebeciği baba istemezse cehennem olabilir ancak bizim değişen hormonlarımız, erkekten daha erken gelişen ebeveyn içgüdümüz bunu onlar gibi yapamamamıza sebep oluyor. Ağustosun sonlarında Ayşe Arman’ın Meryem Üzerli’yle yaptığı röportajı okumuşsunuzdur. Tamamını okumak isteyenler buradan buyursun. İçim ezildi benim okurken. Meryem’in verdiği her cevap için ayrı paragraflar yazılabilir. Ben sadece bana en dokunan kısımları paylaşacağım müsadenizle…

9 Eylül 2013

Tek Aktör İki Gezgin

Yabancılaşma. Hep bir kelime oluyor beni harekete geçiren. Cümlelerin devam etmesi için 0 noktası. Bu yazı için o kelime "yabancılaşma". Yeri yurdu önemsiz kendi benliğinde ya da bambaşka bir yerde tek farkı yabancı olmak olarak. Daha yeni yabancılaşmış da kendine gelmiş biri olarak 2 farklı gezgin hikayesini tavsiye etmek istedim. İlk gezginim, ERASMUS illetine bulaşmış başka ülkede yabancılaşan, diğer gezginim kendine yabancı kişiliğini bulmaya çalışan. Birbirinden farklı bu iki filmin tek ortak noktası evden uzak olmak ve uzak olmanın zorunlu olarak size getirdiği arayış. Evinizde, ülkenizde yıllardır çat pat oluşturduğunuz düzen, evden uzaklaştıkça yine aynı düzenin kopyalarını aramaya bırakıyor kendini. Bu yer benim, bu parkta bu bank benim, sadece ? günlük yatacağım bu yastık benim! İşte bu cümleyi demeden gezen 2 adamın hikayesi.

Not: Oyunculuk, çekimler ya da yönetmeler değil aşağıda çekiştirilenler, sadece hikayelerin kendileri.



7 Eylül 2013

Cem Hakkında Hiçbir Şey

-Çok sağ ol be anannecinin, her hafta böyle taşırsın bunları buraya, tutmaz bu dizlerim, tutmaz kahretsin! Geç soluklan, ben de balkonda otururum. Yeni yıkadım, serincek??

-....

-Meyvecik soyayım sana buz gibi????

Çok hevesli görünüyordu. Ben de bütün bu pazarlıkları taşırken yorulmuştum. Ayakkabılarımı çıkardım, geçtim içeri.

-Terlik giy, terlik. Yaş daha balkon.

Koca gövdesini hantal hantal hareket ettirerek bana terlik getirdi. Ben de daracık ve upuzun, işlevsellikten alabildiğine uzak balkonda yürümeye başladım. Balkonun sonunda parmaklıklara monte edilmiş, çiçekli naylon muşambalı bir masa vardı. Üzerinde bir fesleğen saksısı. Duvarda sarımsaklar asılıydı, parmaklıklar boyunca dizili dolmalık biberlerin rengi iyiden iyiye kırmızıya dönmüştü. Beyaz, plastik sandalyeye oturmamla kalkmam bir oldu. Elimle yokladım, altımdan tesbih çıktı. Masanın üzerine koyup beklemeye başladım.

Birazdan aynı hantal yalpalamayla kapıda göründü. Elinde, içinde kocaman, ballı bir şeftali, biraz da kiraz olan bir tabak vardı. Önüme koydu. O da yanıma oturdu.

-Ye anannecinin, yerli bak şeftali, koca teyzenler getirdi, bahçenin şeftalisi, çok güzel.

-Sağ ol anane.

Keskin mi keskin meyve bıçağıyla şeftaliyi doğramaya başladım. Bizim ihtiyar da yüzümü süzmeye başladı.

-On yedi yaşındaydı anan evlendiğinde. Senden gençti. Yapma be kızım dedim, yapma be... Çocuklar bir kere gidecem dedi mi, ığhh, gidecekler illa. Baban rahmetli çok içerdi, çook içerdi, bilirdik de hani hepimiz ama anan severdi, illa o derdi, karıştırtmazdı kimseyi. Küçücektiniz babasız kaldığınızda, sen öyle, kardeşin öyle. Anan bile çocuktu daha be oğlum.

5 Eylül 2013

Le Labo Patchouli 24: Ateş Olmayan Yerden…


Dumansı notalar ve parfümeri tamamen organik, neredeyse mukadder bir eşleşme; zira parfümün ta kendisi Latince perfumare (per- “yoluyla, içinden, iyice”; fumare “duman çıkarmak, dumanlandırmak”) kelimesinden geliyor. Kiliselerde yakılan günlük ve mür, İslam topraklarının öd, safran ve güllü buhuru ve Uzak Doğu’nun çok eskilere dayanan tütsü geleneğinin yanı sıra sobanın üstüne yerleştirilen portakal kabuğu, piknik ateşinin son demine atılan ardıç dalları ve çocukken işportacılardan alınan çubuk tütsüler bu bağın şahitleri. Kül tablasında açan yaseminleriyle État Libre d’Orange Jasmin et Cigarette, gül aromalı nargilesiyle Serge Lutens Fumerie Turque ve keskin egzoz notasıyla Andy Tauer Lonestar Memories’de olduğu gibi Patchouli 24’da da duman başrolde oynuyor.

Fabrice Penot ve Eddie Roschi’nin 2006 yılında kurduğu niş parfümevi Le Labo, kompozisyonlarıyla olduğu kadar pazarlama taktikleriyle de bolca konuşuluyor. Kokulu yağ konsantresinin ve alkolün satış anında karıştırılması ve laboratuar şişelerini andıran flakonlara sahibin isminin yazılarak kişiselleştirilmesi müşterileri cezbetmek amaçlı birer numara iken city exclusives koleksiyonundaki her bir parfümün yalnızca tek bir şehirde satışının olması ise birçok parfümseverin büyük şikâyeti. Bir isim ve sayıdan oluşan anlandırmaları ise alıcıya yardım etmekten yoksunluğuyla şöhretli. Sayı parfümdeki içerik adedini ifade ederken isimse ana nota oluyor. Örneğin Patchouli 24, yirmi dört farklı notadan/maddeden oluşuyor ve esas nota paçuli. Böyle olunca da adına bakarak parfümün nasıl kokacağına dair tahminde bulunmak zor oluyor. Patchouli 24 da istisna değil. Evet, içinde paçuli var; ancak barbekü dumanı ve pudramsı vanilyanın altına gömülü.

3 Eylül 2013

İngiltere'nin Son Bombası: One Direction

Yazıya nereden, nasıl başlasam bilmiyorum.

Hadi size biraz İngiltere’den bahsedeyim. Tabii ki tutup İngiltere’nin tarihini anlatmayacağım. İngiltere, birçok insanın hayatta yapmaktan en çok zevk aldığı aktivite olan “müzik dinleme” konusunda, çok önemli güzellikler sundu. Beatles, Queen, David Bowie, Radiohead, Rolling Stones, Pink Floyd, Elton John, Duran Duran, Sting gibi tüm zamanların gelmiş geçmiş en ikonik sanatçılarına yuva olan İngiltere, aynı zamanda günümüz müziğine damga vuran Amy Winehouse, Florence Welch, Adele, Lily Allen, Jessie J. gibi ünlülerle de kulaklarımızın pasını sildi.

Az önce saydığım isimlerden görüldüğü üzere, eskiden İngiltere müziğinde erkeklerin etkisi büyüktü fakat son zamanlarda müzik dünyasını başta İngiltere olmak üzere dünyada kadınlar yönetir oldu.  Bu duruma ise yine bir kadın son verdi ve One Direction grubu ortaya çıktı.


.