9 Eylül 2013

Tek Aktör İki Gezgin

Yabancılaşma. Hep bir kelime oluyor beni harekete geçiren. Cümlelerin devam etmesi için 0 noktası. Bu yazı için o kelime "yabancılaşma". Yeri yurdu önemsiz kendi benliğinde ya da bambaşka bir yerde tek farkı yabancı olmak olarak. Daha yeni yabancılaşmış da kendine gelmiş biri olarak 2 farklı gezgin hikayesini tavsiye etmek istedim. İlk gezginim, ERASMUS illetine bulaşmış başka ülkede yabancılaşan, diğer gezginim kendine yabancı kişiliğini bulmaya çalışan. Birbirinden farklı bu iki filmin tek ortak noktası evden uzak olmak ve uzak olmanın zorunlu olarak size getirdiği arayış. Evinizde, ülkenizde yıllardır çat pat oluşturduğunuz düzen, evden uzaklaştıkça yine aynı düzenin kopyalarını aramaya bırakıyor kendini. Bu yer benim, bu parkta bu bank benim, sadece ? günlük yatacağım bu yastık benim! İşte bu cümleyi demeden gezen 2 adamın hikayesi.

Not: Oyunculuk, çekimler ya da yönetmeler değil aşağıda çekiştirilenler, sadece hikayelerin kendileri.



İlk hikaye L'Auberge Espagnole adlı filmde cereyan ediyor. Erasmus için değiştirdiği sadece ülkesi olmayan, yanında bedava hayatı da değişen bir gencimizin hikayesi. Erasmusa gitmeyen gençlerin de Facebook sayfalarında gidenlerin fotoğrafıyla gitmiş kadar oldukları bir eğlence silsilesi. Erasmusla ilgili türlü şakalar türlü hikayeler anlatmak mümkün ama film daha çok farklı kişilik denemeleri için oldukça müsait olan bir ortamda Xavier’in [ana karakterimiz] kendini denemesini ve iç çalkantılarını anlatıyor. Klasik gençlik filmi yaftalamasından çıkmasında en önemli etken iç konuşmaların ağırlığı. En azından "Ay İspanya ya çok eğleneceğim!" basitliğinden çıkan iç konuşmalar filmi başka bir noktaya taşıyor.

Sanki kendi memleketi Fransa’da özgür bir ortam yokmuş gibi İspanya’da kaçırmak istiyor işin ucunu. Bu da bize şunu gösteriyor, ipin ucunu kaçırtan yerlerin kendisi değil, senin o yere yüklediğin anlam. Bulmak istediğin şey gittiğin yerde olmasa dahi sabah kafanda ya da yanında uyanabilirsin. Birleşmiş milletler konferansı tadında bir evde yaşarken "farklı" kelimesi girdiği her cümleyi daha da güzelleştirebilir. "Farklı" ve "yabancı" paralel iki kelime olmaktan çıkıp "farklı" ve "ait" iki kardeş kelime olabilir. Farklılığın seni yabancı bir ülkede bulunduğun ortama daha ait hissettiren bir faktör olabilir. 

Erasmusa gidecek olan arkadaşlara izlemelerini salık vererek diğer gezgine geçiyorum.


Stéphane. Yıl 2008, ben lise 3. Film 1997. Çok yakın tarih oluşumu, Hollywoodvari filmlerden kafamı sıyırıp da dünya sinemasına göz atmaya çalışırken çok geç kalmışlığımın aceleliğimi bilmiyorum ki nedense ne! Tüyleri diken diken eden filmdir. Babası Stéphane"ye bir kaset bırakır, bu kasette Nora Luca adlı kadın bir şarkı söylemektedir, şarkının ölümsüzlüğü babasının ölümüyle birleşince Stéphane şarkının peşine düşmeye karar verir. Peşine düştüğü şey her gezgin, her yola çıkan gibi bellidir. Uzakta bir nokta. Peki asıl hedef o noktaya varmak mı?!

Soundtrack’lerine sarılmak istenen, bel kıvraklığını taklit etmek isteyen kendinize dur diyemeden izliyorsunuz filmi, filmin sonuna yakın, ölü gömülü toprağa şarabını döküp dans eden amcayla akraba olasınız geliyor. Yazıya ara verip şunu izliyorsunuz;



İki farklı dil, iki farklı kültür, dilin dile değerek öğrenildiği anların anlatımı, kafamda beliren flaş patlamış da gözüm kamaşmış etkisi yaratan sahneler. Film Romanya’da yaşayan çingeneleri, Stéphane’nin hayatı ile birleştirerek her iki taraftan da göç olgusunu anlatıyor. En vurucu kısımları insanın bir yerden bir yere taşınırken nasıl her konuda eşitlendiğini, "insan" olmanın her yerde nasıl aynı olduğunu anlatması. Aradığını buldu mu şimdi Stéphane dediğiniz anda filmin seyrinin değişmesi hikayeyi hiç bitmeyecek bir hale sokuyor. Hikaye bu filmde "The end" yazısıyla bitemeyecek hale geliyor çünkü yol dışarıda bitse de içerde devam ediyor ve biz izleyenler olarak sadece geri dönüşü görüyoruz, oysa, başlangıçların hepsi yolun sonunda.

Çok önemli not: İlk filmi 1 ay önce, ikinci filmi ise lise 3’te izlemiştim. İkisini aynı yazıda yazma sebebim iki filmin hikayesinin de yabancı topraklarda kendilerini arayan gezginleri anlatmasıydı. Ta ki bu yazıya başlayana kadar 2 filmin de başrolünde aynı aktörün "Romain Duris"in oynadığını fark edememiştim. Dikkatsizliğime değil ama çok uzun zaman önce izlemişliğime vererek ve bu iki filmin daha ne kadar özel olacağını düşünürken şu an kalbime taht kurduklarını belirterek noktayı koyuyorum.



Deniz Gül

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

.