8 Nisan 2014

İran'dan Gelen Olası Türkiye Senaryosu: Circumstance

Deniz Gül
Cinema May Kill

Düşünüyorum.

BUNDAN SONRA NASIL YAŞAMALIYIZ?

Mesela çok içimize kapalı ve bireysel mutluluk arayışlarıyla mı? Hani şeriat gelse, çarşafa bile girsek aman be biz mutluyuz evimizde diyebilecek gibi mi yaşamalıyız? Anlayamıyorum ben. 

NASIL YAŞAYACAĞIZ?

Gitmeye mi çalışacağız? Bizden önceki jenerasyonlar da mı böyle düşündü onlara da mı daha kötüsü olamaz gibi geliyordu ve onlarda mı gitmek isteyip ama aynı zamanda kalmak da istiyorlardı? 

DÜŞÜNÜYORUM.

Mesela gittim başka bir ülkeye. 15 yıl geçti üstünden belki de. İşe gideceğim sabah telly’de (İngiltere'ye gitmişim) uluslararası haberleri de gösteren bir kanal açık. Türkiye ile ilgili bir haber doluyor kulağıma. Oh sonunda şeriatı getirmiş bizimkiler. Gençler sokağa dökülmüş Taksim yine karışmış. Falan. Yine çok üzülürüm. Uzakta olmama rağmen üzülürüm. En çok da bu acı zaten. 

Türkiye nesnesini çıkarırsanız eğer bu metin aslında bir filmin tanıtımı. 2011 yılında vizyona giren Amerika - Fransa - Iran ortak yapımı bir filmin iskeleti. Düşündüklerimizi şimdi birebir anlatan bir "durum" yoktur sanıyorsunuz değil mi? Circumstance filmi bizim geçmişimiz şimdimiz ve geleceğimizi özetliyor aslında. Sundance Film Festivali İzleyici Ödülüne layık görülen filmi geçtiğimiz ay izlemiştim. Film bittiğinde korkmuştum, sanki kötü bir şey yapmışım ardından suçum ortaya çıkmış ve çok çok az sonra yüzleşmek zorundaymışım hissi uyanmıştı. Suçlu hissediyordum. 


Filmin Trailer'ı için lütfen yasağı delin: http://www.youtube.com/watch?v=td-cYUVOg4Q 

 


Filmin yazanı ve yöneteni İranlı fakat Amerika’da doğup büyüyen Maryam Keshavarz. Filmle ilgili Maryam ile yapılan bir röportajda kendisine bu filmi çekmek için nelerden ilham aldığı soruluyor. Maryam’ı İran yeraltı kültürünü anlatmaya iten şey kendi hayatı. İran’da devrim sonrası yaşanan baskı ve tacizlerin gençleri nasıl yeraltına ittiğini ve bu hayatın nasıl oluştuğunu görüp bilmesi. 


Filmin konusu yer faktörünü dışarıda bırakırsak aslında Dallas tipi bir hikaye. Zengin bir ailenin kızı [Atafeh], yaşıtı ve okul arkadaşı Shireen'e [Şirin diye okunur] aşık olur. Eş cinsel aşkın, batı sinemasında sofistike bir yanı olmaması sıradanlaşmaya yüz tutması ne kadar istediğimiz bir şey olsa da bu hikayeyi İran’ın baskıcı rejimi altında yaşamak olayı yeterince sıradışılaştırmakta. Bu hikayeye kimlik bunalımı içinde uyuşturucu batağından çıkıp kendini Allah'a ve onun hizmetine veren bir erkek karakter yerleştiriliyor. Bu erkek Atafeh'in abisi Mehran. Mehran'ın Şirine aşık olmasıyla olaylar arapsaçına dönüyor. Hikayenin bu kadarı bize sadece bilindik çekişmeli fırtınalı olaylı aşk hikayesini anlatıyor fakat!

Film içinde aralara bağımsız bir filmden beklenmeyen bir ustalıkla yerleştirilmiş İran yeraltı hayatı izledikçe korkutuyor. Var olan duruma mı yoksa o durumun Türkiye için çok uzakta olmadığı gerçeği mi korkutuyor artık biliyorum.

İçimizde tohumlar olduğunu bile bilmiyorduk.
Geziyle, tencere tavayla yeşereceğinden haberimiz yoktu.
Fark edince fideleri, Berkin’le ağaca döndü.
Dün birileri geldi üzerimize toprak örttü, öldük.

Dışarıda Atafeh de Şirin de ölüydü. Üzerlerinde kalkmayacaklarını bildikleri bir toprak vardı ama ya yerin altında?! Yaşıyorlardı. Hem de Avrupa ya da Amerika gece hayatına denk gelir şehirde. Çarşafın altından çıkan müstehcenlik bazen rahatsız bile ediyordu. 


Geleceğimize ışık(!) tutması açısından filmden bazı ibretlik parçalara bakmak gerekiyor.

-Ev partileri yapılıyor, kapılardan şifreli tıklatmalarla geçiliyordu. ÇÜNKÜ Eğlence yerleri kapalıydı.

-Ailecek çıkılan gezilerde kadınlar denize giremiyordu. ÇÜNKÜ Mayo bikini bile değil kadınların denize girmesi yasaktı.

-Yabancı filmleri sinemada izleyemiyorlardı ve hatta İngilizce bilmeyenler filmleri temin etseler bile anlayamıyorlardı ÇÜNKÜ Bu filmlere çeviri yapılmıyordu. Gençler filmleri yeraltı dünyasının imkanlarıyla seslendiriyorlardı.  

-Bir kadın arabasında müziği açıp içinde dahi şarkı söyleyemiyordu ÇÜNKÜ Ahlak polisi gelip kadını tutuklayabilirdi.

-Kızlar ve erkekler aynı okula gidemiyorlardı ÇÜNKÜ Yasaktı. 

-Zengin ve batılı ailelerin evlerinde sürdürülmeye çalışılan laik hayatlar dahi kolay değildi ÇÜNKÜ İçinizdekilerin bile sizi gammazlama ihtimali vardı. 

-Bir kadın istemese dahi başka bir adamla evlendirilebiliyordu ÇÜNKÜ’sü yok. 

-İki kadının ya da adamın birbirini sevmesini kim engelleyebilirdi DEVLET dışında. 

Yasağın olduğu yerde cesaret gözü karartıyor sanıyorum ÇÜNKÜ yukarıda saydığım olumsuz görülen her öğe Atafeh ve Şirin tarafından gerçekleştiriliyor. İzlerken ya yakalanırlarsa diye korkulan her an mutlu da oluyorsunuz korkunun genelde yandaş duygusu ya yalnızlık ya da hüzünken bu kez korku mutluluk yaratıyor. 



Büyük bir pesimistlikle sonlandırılan yazımda, yaşamaktan korktuklarımızın beyaz perdedeki yansıması olan Circumstance’i izlemenizi salık verdim size. Bağımsız filmlerden korkulan yavaşlık bu filme kendini akıcılığa bırakıyor. İsimlerin tanıdıklığı ve benzer kelimelerin oluşu bile daha da izlenesi kılıyor filmi. Hiç değilse sosyal sorumluluk hissimi doyuran ben ise yazımı şimdilik bitiriyorum.

Gelecek yazı ile ilgili not: Bir sonraki yazımın bir "yazılı" metin olmayabileceği sürprizini vermeliyim. Merakla beklenen ve herkesi doyuma ulaştıran Nymph()maniac filminin sağını solunu çekiştireceği(z). 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

.