31 Aralık 2013

En Güzel Klişe: 90'lar Candır

Mak. 
Book May Kill, Music May Kill yerine yazdı.



Book May Kill olarak yazmaya başladıktan sonra, kitapla ilgili herhangi bir şey yazmanın benim için pek yararlı olduğunu düşünmüş, kitap okurken düşündüklerimi ve araştırdıklarımı paylaşmanın benim açımdan aşırı tatmin edici olduğunu anlamıştım. “Ayy hava mı atıyorsun, kitapsa kitap, biz de okuyoruz haspam!” dediğinizi duyar gibiyim, bence de öyle. Ama yine de düşüncelerimi paylaşmak çok güzel. Ki kitap, en aşina olduğum, hayatımın %90’ını kaplayan bir olgu da değil doğrusunu söylemek gerekirse ama sanırım kitapsız, edebiyatsız yapamam. Bu hafta da, bir başka “Hayatımda ilgilenmezsem ölürüm, onsuz yaşayamam!” dediğim bir alan hakkında yazmayı deneyeceğim sanırım: Müzik hakkında. Yani affınıza sığınarak, Music May Kill’cilik oynayacağım sevgili okuyucular. Esas oğlan Music May Kill gibi müzik araştırmaları yapmıyorum ya da bu konuda onun kadar bilgili değilim belki, ama gününün %40’ını müzik dinleyerek geçiren bir insan olarak bizim de biraz bilgimiz var şimdi, çok da mütevazı olmayalım. Mesela; 90’lar Pop derseniz, benim için akan sular durur, başlarım söylemeye şarkıları teker teker. İçten şarkı sözleri ve tanımlayamadığım ama her 90’lar çocuğunun veya gencinin şarkıyı duyduğu anda anlayacağı o 90’lara özgü ezgi. Klipleri bezemiş 90’lar modasını da unutmamak gerek tabi. Ekose pantolonlar, yüksek bel kotlar, beyaz tenis ayakkabıları, kısa deri ceketler. Music May Kill’cilik oynamak beni ürkütmüştü; ama “90’ları sevmeyen kim kaldı ki?” diye düşünüp, en azından çok sevdiğim ve bir gıdım bilgim olduğunu düşündüğüm bir konuda yazı yazmak isteği beni bir nebze rahatlattı açıkçası. 90’ların sevilen 10 klibini izleyeceğiz bugün. Ben aralara çocukluk anılarımı sıkıştırırsam, kızmayın, “Nostalji is my girl.” çünkü. Umarım benim şarkıları dinlerken çocukluğumu tekrar yaşadığım gibi, siz de yaşarsınız çocukluğunuzu. Haydi o zaman, gelsin klipler gitsin duygu selleri! Nostalji zamanı ey Beauty May Kill müdavimleri!


İlk olarak Minik Serçe Sezen’den bir şarkıyla eğlenelim istedim. Lüküs kamarada ben otururum Sezen. BEN!




30 Aralık 2013

Klişeler Kızı Dilara: Aşk Var!

MBO
Art May Kill, Life May Kill yerine yazdı.

Bir şehri ne kadar seversem seveyim, uzaklaşırken yaşadığım his beni feci rahatlatıyor. Kızdığım arkadaşlar, sıkıldığım simalar, ödemeyi unuttuğum faturalar, ve her köşebaşında rastlama riskiyle yaşadığımız mutsuz anların süper özeti yüzler… Hepsi geride kalıyor. Kendimi hepsine son bir kazık atmış, onları terk etmiş, çekip gitmiş hissetmekten alıkoyamıyorum. Kafamda Hande Yener ’den “HAVAALANI” çalıyor. “Nası söndürdüm senin havanı? Ha ha!” diyorum. Ha ha‘nın vurgusunu da Nelson gibi yapıyorum.

Oysa minik yeni yıl tatilinden pay koparıp altı günlük bir başkent-aile ziyaretinde bulunmaktan başka yaptığım bir şey yok. Daha “uzağa” yahut daha “uzuna” gidecek param ya da zamanım da yok. Düşününce daha uzağa gitme ya da bir yerlerde daha uzun süre kalma gibi bir isteğim de yok.

Bir kere evimi özlerim. Ee, evim de benim bebeğim. Ortalığı özgürce dağıtma yetkim, plastik tabak-bardak kullanma alışkanlığım, örgülerim, dergilerim, komşularımın en kocaman gülümsemelerini bana sunmalarına sebebiyet verdiğin tahmin ettiğim eserlerimi seslendirdiğim banyom, lan hatta tuvaletim… Sonra arkadaşlarım; az gördüklerim, çok sevdiklerim… Sonra bir gün göremesem delirecek kadar çok sevdiklerim… Kapımın önündeki otobüs durağım, yemek sepetim, beş liraya fön çeken kuaförüm… Gördünüz mü? Gitmekten çok dönmek için sebebim var. Ve şehrine blöf yapmak, yani döneceğini bilerek gitmek de, terk etmelerin tek tatlısı.

Kafam; gittiğimde neşeli bir merhaba, döndüğümde sımsıcak bir hoş geldin duyacak olmanın zevkiyle uyuşmuş durumdayken, şu altı günü, yeni yıl hazırlıklarına adamamanın imkansız olduğunu düşünüyordum. Hayır, bu sefer cadılar bayramı misali bir organizasyon hazırlığım yok. Ailemle güzel bir yemek yiyecek, parmağıma mandalina geçirip Victoria‘nın meleklerine bakacağım. Babam sobada kestane pişirecek ve elleriyle soyup yedirecek bana, hıhı. Çünkü baba ocağında prensesliğimiz hala söküyor, evet. Neyse ben planlarımın daha uzak bir geleceğe yönelik olmasını planlıyordum. (Planlarımı planlıyordum. Çok planlıydım.) Evet diyete pazartesi başlayan Ademoğulları, birleşin. Birleşin de takvim 1 Ocak’ı gösterdi miydi, kafamıza sihirli bir değnek dokunacağını varsayalım. Ve haklı çıkalım!

29 Aralık 2013

Aşk, Bile Bile Tutsaklıktır!

Bmigo
Fashion May Kill, Perfume May Kill yerine yazdı.


Ortaokul mu ilkokul mu onu bile hatırlamıyorum ancak beynimin gidebildiği en geçmişte hatırlayabildiğim ilk parfüm reklamı Privacy'nin.

Yazının konusunu düşünürken birden kafamın içinde bi ses ''Privacy for Men, Privacy for Women Aşk, bile bile tutsaklıktır!'' dedi. Böyle parfüm şişelerinin içinde adamla kadın dönüyorlar mıydı neydi net hatırlamıyorum ancak en son parfümü sıkıyorlar ve az önce yazdığım replik seslendiriliyordu. Gidip almıştım siyahından, güzel kokuyordu laf etmeyeyim şimdi.

Neyse, işte yeni yıl için yaptığımız modifiye Secret Santa'dan bana çıkan Perfume May Kill'e ne yazsam, parfüm dünyası bir derya, bir deniz derken dedim parfümün kendisine hiç bulaşmayayım gideyim parfüm reklamları yazayım. Öyle olunca da, taa deodorantı parfüm sandığım zamanlardan Privacy'ye yer vermeden edemedim. Alın bu da anlamsız bir şekilde saatlerce satranç oynanan Privacy reklamı:



Eminim siz de hatırladınız!

28 Aralık 2013

Sefahatin Kucağında Cinsel Perhiz: Tabuların Metamorfozu

M
Perfume May Kill, Book May Kill yerine yazdı.



« Büyük fikirler yüzünden ahlâkı bozulacak kişiye yazıklar olsun! »
Marquis de Sade

Seksten bahsetmenin tek tehlikesi rol çalmaya meyilli oluşudur; özellikle de diliniz Sade’ınki kadar uyarıcı, anlattıklarınız gösterişliyse. Döneminin en büyük düşünürleri arasında bahsi geçen Sade’ın 1895 tarihli Yatak Odasında Felsefe adlı kitabı cinselliğin aslen bir anlatım aracı olarak kullanıldığı, yazarın liberten görüşlerinin pornografik tasvirler ve sansasyonel ana hikâyeye entegre edilmiş olduğu satirik bir eser. İnsanların birbirleriyle, toplumla ve doğayla olan ilişkisini inceleyen Sade, bunların hepsini şık bir yatak odasından çıkmadan dillendirmeyi başarıyor. Karakterler arası diyalog biçiminde ilerleyen Yatak Odasında Felsefe, genç hanımların terbiyesini hedefleyen yedi bölümden oluşuyor.

Hikâyenin ekseninde Eugénie isimli on beş yaşındaki naif bakirenin başlıca Dolmancé ve Madame de Saint-Ange tarafından cinsel ve fikirsel eğitimi yer alıyor. Eugénie’nin ahlâk bekçisi ve kendini beğenmiş annesi Madame de Mistival, olacaklardan bîhaber, genç kızını görgü ve itaat öğrenmesi için Madame de Saint-Ange’a emanet eder. Asıl vazifesinin farkında olan Madame de Saint-Ange bunu yerine getirirken, kardeşi Le Chevalier de Mirval’den ve onun arkadaşı Dolmancé’den yardım alır. Dolmancé ve Madame, hiç vakit kaybetmeden Eugénie’ye anatomik ve fizyolojik bir temel sunar, ardından libertinist görüşlerini açıklamaya başlarlar. « Cici bir kız düzüşmekle ilgilenmelidir, asla üremekle değil. »

24 Aralık 2013

İndirim Sezonu Yaklaşırken Dikkat Edilmesi Gerekenler...

Bmigo
Fashion May Kill


Bir yılın daha sonu gelirken, kış sezonu indirimleri de yaklaşıyor. Tam mağaza mağaza gezip bir şeylere göz koymaca, ''Hadi bi hafta daha satılmasın, hadi inşallah!! Ya satılırsa? Kahretsin sadece bi tane medium kalmış! Of alsam mı acaba??!'' şeklindeki çelişkilerden ölmece zamanları. Dayanın az kaldı!

Yılların geçmesi ve fiyatların artmasına rağmen, aylığımın aynı kalışı sebebiyle ben de indirimleri dört gözle bekler oldum. Gerçi ''Off altmış liraya t-shirt mü olur ya indirimi bekliyim en iyisi.'' dediğim t-shirtlerin maksimum elli liraya düştüğü yaz indirimlerinde biraz şevkim kırılsa da, önemli olan o havayı solumak, o anı yaşamak mottosuyla harekete hazır bekliyorum.

Şimdi diyeceksiniz ne anı, ne havası? Coğrafi konumu açısından Ege Üniversitesi'nde okumanın faydaları diyeyim ben biraz. Şimdi aralık sonu - ocak başı muhtemelen bizim sınavlarımız bitmiştir, boş boş derslere geliyoruzdur, işimiz gücümüz yoktur yani. Önce indirimin başlayacağı gün, çeşitli kaynaklardan özenle araştırılır, öğrenilir. Birikimler hesaplanmaya, ne kadarını neye kullansam, nelere ihtiyacım var muhabbetleri yapılmaya başlanır. İndirim günü ilk derse girilir sıkıntıyla beklenir. Ardından açılış saatinde üç beş kişilik gruplar halinde foruma hareket edilir. Uzun zamandır görülmeyen dostlar görülür, selamlaşılır, gün içinde alınanlar birbirine gösterilir. Ama tabiî asıl neredeyse kimseler gelmeden her şeye ulaşılabilir. Böylelikle öğlen üst katta verilecek yemek molasına kadar uzun bir deneme, yanındakine fikir verme, kasada sıra bekleme maratonu başlar.

Yine böyle zamanlardan birine yaklaşırken dedim ki bu sezon neler oldu, neler çıktı bir toparlayayım; ''Fashion May Kill'den büyük hizmet!'' diye okuyuculara sunayım!

Ha bu arada oradan çıkıp ''Ya bunlar Chanel, Dior, pahalı pahalı markalar, ben nasıl alayım ki bunları Bmigo gene niye bunları koymuş yeaa!!'' falan demeyin! Daha bugün forumu gezdim bir bir benzerlerini buldum. Fikirleri buradan alın, Zara'ya, Pull & Bear'a koşun!

İşte bu sezonun almazsanız olmazlarından birkaç tane başlık...

Tercihen yarasa kollu, büyük, maskülen kabanlar.

Arkadaşlar yapacak bir şey yok, böyle büyük hatta kocaman bir kaban alınacak çünkü yakın zamanda başlayan, kadın giyimindeki maskülenlik ve geniş kesimler uzun bir süre devam edeceğe benziyor.

19 Aralık 2013

2013 Yılının En İyi 25 Şarkısı

Kaan Kızılırmak
Music May Kill
Yıl bitiyor, yıl!

“Sevgili ve bir o kadar da değerli Music May Kill okuyucuları” diye bir giriş yapmak isterdim fakat gerçekten zaman yok. Yıl bitiyor, yıl! Herkes 2014 yılına sevgilisi, arkadaşları, ailesi ile ya da tek başına nasıl gireceğini düşünürken ben oturmuş yazı yazıyorum. Aman sakın yanlış anlaşılma olmasın, tabiî ki severek yazıyorum. (31 Aralık 2013 Salı gecesi planım çoktan hazır, belki siz de şahit olursunuz o geceye. Sürprizler? Mümkün.)

Az önce kendim söyledim zaman yok diye ama bakın kendim uzatıyorum konuyu. Hazır yıl biterken ve ben iTunes’u ve Last.fm’i açmış “bu yıl neler olmuş şöyle bir bakayım” derken “bu yıl neler olmuş şöyle bir yazayım”a dönüşen fikirlerimi sizinle paylaşacağım. İşte karşımızda 2013 yılına satış, radyo, ve popülerlik konusunda damga vurmuş ve naçizane kişisel zevkimi de katarak değerlendirdiğim en iyi 25 şarkı.



2013 ve 25 Şarkı    

25. M.I.A. – Bring The Noize

Listeye benim kişisel olarak favorilerimden birisi ile başlıyoruz. Matangi albümünün ikinci teklisi olan Bring The Noize, beni ilk olarak videosu ile kendine bağlamıştı. Normalde M.I.A.’yı çok seven birisi olarak şarkıya hemen ısınamasam da zamanla yıl içerisindeki en çok dinlediğim şarkılardan birisi olmayı başardı Bring The Noize. Switch & Surkin tarafından yaratılan şarkıda kullanılan altyapılara albümde yer verilmemesi de zamanında ufak çaplı bir krize yol açmıştı. Her şeye rağmen şarkı, son anda kendini listeye sokmayı başardı.

24. Kanye West - Black Skinhead

Bu yılın belki de en çok merakla beklenen albümlerinden olan Yeezus’tan yayınlanan ilk tekli olan Black Skinhead’i duymam ile birlikte şarkı ile aramda inanılmaz bir çekim yaşandı diyebilirim. Kanye West’i en son Love Lockdown şarkısı ile hatırlayan birisi olarak Black Skinhead’in rock-punk-rap karışımı ile kendime geldim. Kanye’nin şarkıdaki çığlıkları ise tabiî ki en güzel anlar.

23. Cher - I Hope You Find It

12 yıl aradan sonra çıkardığı Closer to the Truth albümü ile oldukça konuşulan Cher’i tebrik etmek lazım. İlerlemiş yaşına rağmen beni gerek şarkıları gerekse enerjisi ile kendine bir kez daha hayran bırakan Cher, bu albümünde Miley Cyrus’un The Last Song filmi için kaydettiği I Hope You Find It’i de albümüne kattı. Albümü, bu yılın en iyi 10 albümü arasında görmekle birlikte I Hope You Find It’i de albümün en iyi şarkılarından birisi olarak değerlendiriyorum.

22. Kelly Rowland – Dirty Laundry

Bu yılın tartışılmaz en cesur şarkılardan birisi ile karşı karşıyayız. Kelly’nin şarkıda söylediklerini duydukça ağzımın açılma kapasitesinde bazı gelişmeler yaşandı. Şarkıda, Beyoncê ve eski sevgilisi hakkındaki sözler ile dürüstlüğün dibine vuran Kelly, bu şarkıyı olay yaratmak için mi yoksa gerçekten içindekileri bağırmak için mi yaptı hâlâ çözemiyorum fakat şarkıyı dinledikçe bunların hiçbir önemi kalmıyor. Hatta klibi izleyince daha da bir güzel oluyor.



17 Aralık 2013

The Tunnel Song

  Deniz Gül 
Cinema May Kill
                                                                                                                                             
İzlediğim herhangi bir filmle ilgili olumlu ya da olumsuz bir görüş oluşturmamı sağlayan ilk şey filmde ne kadar klişe replik bulunduğu oluyor. İzlediğim süre boyunca klişeleşmiş sahnelerin ve repliklerin sayısı arttıkça filme karşı bakışım iyi ya da kötü şekilleniyor. Birazdan bahse değer gördüğüm film ise bu teorimi buruşturup çöpe atacak ve üstüne üstlük ruh halime etkisi sebebiyle beni 2 gün boyunca içinden çıkılmaz bir duruma sokacak.
 
Bana ve büyük ihtimal size de klişe gelecek bir mekanda, klişe karakterlerle bezeli bir film: The Perks of Being a Wallflower. Başrol oyuncuları çoğumuzun Harry Potter’dan aşina olduğu Emma Watson, We Need to Talk About Kevin’dan bildiğimiz Ezra Miller,  ve yıldızı yeni parlayan Logan Lerman, yan rolllerde de önemli isimler var, Kate Walsh ve Nina Dobrev’i saymak yeterli sanırım.


Şimdi bu güzel insanların ortak özelliklerinden başlayarak bu filmin konusunun ne olduğunu tahmin etmeye çalışalım. Öncelikle filmde bir değil bir çok kilit karakter var. Kilit olmalarını, bu oyuncuların hepsinin bir sonraki filmleri için kariyer basamaklarında atacakları adımların önemine bakarak anlıyoruz. Tüm karakterler çok genç ve bundan sonra oynayacakları tüm filmleri özenle seçmeleri gerek, kaldı ki bir değil bir çok yetenekli oyuncuyu bu filmde buluşturmak için sağlam bir hikâye gerekli. İpuçlarından yola çıkarak filmin gençlik filmi olduğunu anlamış olmalısınız, yazının başındaki klişe öğesini de eklersek ortaya ya vasat bir korku filmi ya da vasat bir lise filmi gelmeliydi. Fakat ortaya çıkan, tüm benzerlerinden  mükemmel bir şekilde sıyrılan ve sadece lise ya da sadece gençlik teması altında ilerlemeyi reddeden bir hikâye.

14 Aralık 2013

Albüm İncelemeleri: Bunu Seven Bunu Da Sever

“Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane.” Hayır; cevap nar değil. Cevap, Indie-Elektronik. Uzaktan bakıldığında bir elin parmaklarını geçmez gibi geliyor sayıları ama kapıdan bir girdin mi Maşallah'ı var bu indie-elektronikçilerin. Geçenlerde biraz yeni isim bulayım kendime dedim sonra bir baktım saatler içinde binlerce isim dinlemişim. Zorla durdurdum kendimi. Hayır bir de sınav zamanındayım, bir yanda kitaplar bekliyor beni çalışılmak için. Kimsenin de eli gitmez güzel müzik dinlemek dururken ders kitaplarına. Sınavlar bitti; kitapları evin bir köşesine atıverdiğim gibi aldım bilgisayarı kucağıma. Oradan oraya bir sürü isim buldum araştırdım. Ve siz sevgili okuyucularım için çok güzel 4 albüm seçtim. Yılın son günlerini böyle verimli geçirmişken sizi de bundan mahrum bırakmak hiç istemedim. Şimdiden iyi dinlemeler.


LONDON GRAMMAR - IF YOU WAIT

Hannah Reid, Dot Major ve Dan Rothman'dan oluşan İngiliz grup kendileri isimlerinden anlaşıldığı üzere. Solist Hannah'ın sesi Lhasa De Sela'nın hık demiş ses tellerinden düşmüş. Lhasa bizi erken terk etti diye düşünürken sanki sesi reenkarnasyona uğramış da Hannah'da vücut bulmuş gibi. Solistin sesinin ilk planda olduğu bir albüm If You Wait. Ritimler harika trip-hop, indie-elektronik karışık ilerliyor; kitap okurken harika gidiyor mesela. Ama Hannah'ın sesi o kadar etkileyici ve dokunaklı ki her şeyi bırakıp sadece onun sesine yoğunlaşmak istiyor insan.


11 Aralık 2013

Shakespeare: İkinci Şans

Hormon Günlerinde Shakespeare

Sizde durum nedir inanın hiç bilemiyorum. Ama benim “oha cinsellik var” dediğim ilk an, televizyon karşısındaydı ve televizyonda şöyle bir şeyler vardı.


                          

(Şimdi ergenliği Tutti Furutti'ye rastlayanlar için 5 dakika ihtiyaç molası)

Tabi ki benim anım koca bir yarışma programı değil. Uyumayan çocuk kontenjanından göze çalınmış bir minik zap karesi. Ama “oha” çektirdiğine göre de olasılıkla şöyle bir sahne:


Televizyon-cinsellik-ebeveyn üçgeni kuşkusuz değişmez bir acı, çekildi, çekilecek. Azametle sahnenin bitmesini bekleyen modern baba var bir (benimki), bir de panikle kumandaya uzananı var. Şifre girilmesini bekleyen kurye tribiyle uzaklara dalan çocuk var bir, bir de kulakları kızara kızara gözünü diken “büyüdüm ben” çocuğu (bu da ben). Bu karmaşık duygu, düşünce ve hatta hareket seli içerisinde, bir de sağlam öğrenme süreci gerçekleşiyor ki... Hayrete kapılmamak mümkün değil. İşte şimdi bahsedeceğim film, benim için böyle bir “öğrenme” filmi.


Kadının seks sırasında üstte olabileceğini Shakespeare'den öğrendim...

Ah, evet. Öyle oldu. Ve olayın mekaniği henüz kafamda HİÇ oturmadığından, inanılmaz şaşırmış ve konu üzerine çok kafa yormuştum. Bu da haliyle seneler geçip bilgi, boşluklarımı özenle doldursa bile, pozisyonun kafamdaki sembolü olarak, filmden şu sahnenin kalmasına neden oldu.



9 Aralık 2013

Sizde Pompa Var Mı Canım?

- İnanamıyorum Senjar... Başıma bu da mı geleceğidi?!


Yakın arkadaşlarım sıklıkla böyle bir girizgahla başlarlar benle konuşmaya. Üniversiteye başlarken arkasından gelen “hep beraber içiyorduk yalnız kaldık ve beni öptüüü!! Arkadaştık biz.” cümleleriyle şaşkınlıklardan şaşkınlıklara sürüklenir sabahı sabah ederdik bir erkek alkol aldığında nasıl olur da “kankasını” öper diye. Zamanla çeşitlendi bunlar tabi, progress gösterdi. “Bana nasıl yapar beni aldattı en yakın arkadaşımla” gibi insanoğlu var olduğundan beri yaşanan şeyleri bir posta da biz duyup tecrübe ettiğimizde şaşkınlıklarımız biraz dindi yalan yok. Bazen insanların yalnızca “kötü” olduğu için bazı şeyleri yaptığını kabullendik. Leveller atladık. Ve ardından masterlık için küçük arkadaş gruplarındaki olabilecek her türlü entrika, g.tüne yalan yuvalanmış insanların bize yedirdikleri, korkunç tesadüflerle garip saçma sapan ortamlarda bulunan kızların küçük dramları ve tonla şey yaşandı. Uzatmayayım daha anlatacaklarım var bu faslı kısa geçiyorum anlayın işte. Hani artık öyle şaşkınlıkla “OHA NASI YA ANLAMADIM Bİ DAKKA NASI YA” şeklinde tepki vereceğimiz şeyler pek kalmadı. Arkadaşımın bu cümlesi bana abartılmış dramaya giriş gibi geldi. Ses tonu az önce kordonda otururken iskeleden Karşıyaka'ya yürüyen pembe fil görmüş gibi çıkmasa sormayacaktım bile.

-Önce bi sakinleş de güzelim, ne oldu anlat…
-Hani Don Juan vardı ya… İşte o…..

Bilenler bilir, bilmeyenler için; Don Juan efsanesi iki ayrı perspektiften anlatılır. Birinde basit, canı istediğinde kadınlarla flört edip gönül eğlendiren zampara bir serseri, diğerinde ise baştan çıkardığı kadınları gerçekten tüm kalbiyle seven onlardaki güzelliği takdir eden gerçek değerini gören mükemmel bir aşıktır. Bizim hikayemizin backgroundunda azgın bir hayvan olarak değil de ince ruhlu tatlı bir adam olarak geçmesinin sebebine gelecek olursak, bizim kızımız entelektüel entelektüel Eshot’una biner -fakir bir entel- kulağında müziğiyle tiyatroya giderken hangi durakta ineceğini tam olarak bilmediğinden -yer yön konusunda da fakir- karşısında oturan iyi giyimli yakışıklı genç adama oyunun oynandığı yere en yakın durağı sorar. Karşılığında “Ben de orada ineceğim. Geldiğimizde söylerim” cevabını alır. Yaklaşık iki şarkı sonra adam tarafından “Burası” diye uyarılınca birlikte inerler. Teşekkür etmek için döndüğünde “İsterseniz size eşlik edebilirim binaya kadar.” diyen adam yol boyunca ettiği sohbet ölçülü tavrı ve kibarlığıyla kızımızı kapıya kadar bıraktığında artık bizim için “Don Juan”dır. Şimdi böyle anlatınca bu yakıştırmayı itelemişiz adama gibi geldi kulağa. Hiçbir asılma belirtisi göstermeden centilmen bir yaklaşım görmeye aç bünyemize ilaç gibi gelmişti kendisi bunca tanıdığımıza pişman olduğumuz öküzler arasında. Sonra kızımız, adamı çağımızın çöpçatanı Facebook’ta bulur ekler. Sohbetlerine devam eden ikili, iki gün sonra bir kahve içmek için sözleşirler ve birbirlerine telefon numaralarını verirler.

2 Aralık 2013

Britney Spears - Britney Jean

Britney’nin En Kişisel Albümü: Britney Jean


Pop müziğin prensesi Britney Spears, yeni albümü Britney Jean ile tekrar karşımızda. 2013 yılının en çok merak edilen albümlerinden birisi olan Britney Jean, Britney’nin 8. stüdyo albümü. Albüm hakkında konuşmaya başlamadan önce gelin biraz bilgilerimizi tazeleyelim.

Mayıs ayının başlarında stüdyo giren Britney, yeni albümünün şimdiye kadarki en kişisel albümü olduğunu açıkladı ve bir anda gündem olmayı başardı. Ardından albüm “pop yaşamının yalnızlığı” olarak özetlendi. Albümde ağırlıklı olarak Will.I.Am ve Preston ile çalışan Britney, sözlere ise oldukça katkı sağladığını açıkladı. Her ne kadar Britney ile bağdaştıramasam da elektronik dans müziği ağırlıklı bir albüm olan Britney Jean, 3 aralıkta satışa sunulacak. Albümü iTunes ve Spotify üzerinden dinlemek ise mümkün.  

Haydi bakalım, merakla beklenen albümü yavaş yavaş dinlemeye, okumaya başlayalım.

Britney Jean


.