MBO
Art May Kill, Life May Kill yerine yazdı.
Bir şehri ne kadar seversem seveyim, uzaklaşırken yaşadığım
his beni feci rahatlatıyor. Kızdığım arkadaşlar, sıkıldığım simalar, ödemeyi unuttuğum
faturalar, ve her köşebaşında rastlama riskiyle yaşadığımız mutsuz anların
süper özeti yüzler… Hepsi geride kalıyor. Kendimi hepsine son bir kazık atmış,
onları terk etmiş, çekip gitmiş hissetmekten alıkoyamıyorum. Kafamda Hande
Yener ’den “HAVAALANI” çalıyor. “Nası söndürdüm senin havanı? Ha ha!” diyorum.
Ha ha‘nın vurgusunu da Nelson gibi yapıyorum.
Oysa minik yeni yıl tatilinden pay koparıp altı günlük bir başkent-aile
ziyaretinde bulunmaktan başka yaptığım bir şey yok. Daha “uzağa” yahut daha “uzuna”
gidecek param ya da zamanım da yok. Düşününce daha uzağa gitme ya da bir
yerlerde daha uzun süre kalma gibi bir isteğim de yok.
Bir kere evimi özlerim. Ee, evim de benim bebeğim. Ortalığı
özgürce dağıtma yetkim, plastik tabak-bardak kullanma alışkanlığım, örgülerim,
dergilerim, komşularımın en kocaman gülümsemelerini bana sunmalarına sebebiyet
verdiğin tahmin ettiğim eserlerimi seslendirdiğim banyom, lan hatta tuvaletim…
Sonra arkadaşlarım; az gördüklerim, çok sevdiklerim… Sonra bir gün göremesem
delirecek kadar çok sevdiklerim… Kapımın önündeki otobüs durağım, yemek
sepetim, beş liraya fön çeken kuaförüm… Gördünüz mü? Gitmekten çok dönmek için
sebebim var. Ve şehrine blöf yapmak, yani döneceğini bilerek gitmek de, terk
etmelerin tek tatlısı.
Kafam; gittiğimde neşeli bir merhaba, döndüğümde sımsıcak bir
hoş geldin duyacak olmanın zevkiyle uyuşmuş durumdayken, şu altı günü, yeni yıl
hazırlıklarına adamamanın imkansız olduğunu düşünüyordum. Hayır, bu sefer
cadılar bayramı misali bir organizasyon hazırlığım yok. Ailemle güzel bir yemek
yiyecek, parmağıma mandalina geçirip Victoria‘nın meleklerine bakacağım. Babam
sobada kestane pişirecek ve elleriyle soyup yedirecek bana, hıhı. Çünkü baba
ocağında prensesliğimiz hala söküyor, evet. Neyse ben planlarımın daha uzak bir
geleceğe yönelik olmasını planlıyordum. (Planlarımı planlıyordum. Çok
planlıydım.) Evet diyete pazartesi başlayan Ademoğulları, birleşin. Birleşin de
takvim 1 Ocak’ı gösterdi miydi, kafamıza sihirli bir değnek dokunacağını
varsayalım. Ve haklı çıkalım!
Şaka bir yana ben tabiî ki de yeni yıl kararları hikâyesini
hiç de saçma bulmuyorum. Yılbaşında alınan herhangi bir kararın; ilk
çeyreğinde, ortasında yahut sonunda alınanla başarı oranının yakın olacağını
tahmin etmekle birlikte, pek kimsenin de rutinine “good morning sunshine!”
diyerek başlamadığının farkındayım. Demem o ki, evet, yılın her anında, günün
her saatinde yeni şeyler isteme, yeni kararlar alma hak ve yeterliliğimiz var,
lakin motivasyon alanımızdaki derin boşluk da hani gözlerden kaçmıyor. Bu
yüzden neden, insanda defterin sağ tarafına geçmiş mutluluğu uyandıran yeni
yılı bu iş için kullanmayalım? Neden Tanrı‘ya, Tabiat Ana‘ya yahut Evren‘e
(artık hangisi size cazip geliyorsa) bize kendisi kadar temiz bu sayfayı
ayırdığı için teşekkür edip; dilek, sıkıntı, amaç ve arzularımızı ortaya
dökmeyelim?
Bence kullanalım, dökelim bence. Hatta ben başlıyorum.
……………………………………………………
Durun. Düşünüyorum.
…………………………………………………...
Düşündüm. Şu an dünyada en çok korktuğum şey gidip aynaya
bakmak. Zira sanırım oturduğum yerde düşünürken kepçe kulaklı, çemçük ağızlı,
koca götlü bir Umut Sarıkaya kızına dönüştüm. Yürüsem topuklarımdan “doguldak,
doguldak” diye efekt gelecek. Adım da mesela “Klişelerin Kızı Dilara” falan
gibi bir şey oldu. Neyse, gidip aynaya falan bakmadan, hatta hiç yerimden
kalkmadan şu yazıyı bitireyim. Dilara kesin öyledir. Kapalı göz kapaklarını
gerdire gerdire, başladığı hiçbir işi yarım bırakmayan bir insan olduğuyla
övünüyordur.
Şimdi düşündüm benim kafam yine İhtiyaçlar Hiyerarşisi
Teorisi‘ne gitti. Çıkaramayanlar şöyle
bir göz atabilirler, ama geri gelin, daha söyleyeceklerim bitmedi. Çıkaranlar
beni takip etsin ve “Sen de hiyerarşiye ne düşkünmüşsün.”, “Kraldan çok
kralcıymışsın.” falan demesin. Piramidin özeti şöyle: Benim karnım tok, sırtım
pek arkadaşlar. Aç değilim, açıkta değilim. Sahip olmama çok az kalan, maddi - manevi
tatmin edici bir mesleğim, beni seven, anlayan dostlarım, içimdeki prensesi
canlı tutan çok kral bir ailem var. (Mesela oyuncaklarımın hepsini attığı için
sitem ettiğim annem geçen gün bir Barbie bebekle çıkıp geldi, canım.)
Peki ben ne istiyorum? Daha ne isteyebilirim?
Ben aşk istiyorum arkadaşlar!
-Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa!
Ne oldu? Hayal kırıklığına mı uğradınız? Tam da Klişeler Kızı
Dilara‘ya yakışır bir şey mi söyledim? Amk liselisi diye bağıran mı oldu? Ne
oldu?
Şaka maka değil. Mübalağa da etmiyorum. İnsanlığın aşka karşı
genel tutumu bu oldu. Kiminiz “Aşk mı? Sahdjhfjdhfdjkas. Aşk ney ya?” diye
çemkirdiniz bana. Daha geçen işte, 2013. Kiminiz ne zaman aşkın adını ansam “Sevgi
demek istedin sanırım.”, “Canım, hoşlanmak demek istedin herhalde.” diye
aklınızca beni düzelttiniz. Bilinç altıma verdiniz hoşlanmayı, etkilenmeyi;
verdiniz saygıyı, sevgiyi; verdiniz bilinçaltıma elektriği… Kiminiz “Dizilerde,
filmlerde aşk” dedi. Kendini sosyal hayattan sıyırdı, evine kapandı, dizilerini
izledi. Kiminiz içten içe aşktan umudunu öyle kesmişti ki, tutunduğu ilk dalı
“Alın ya bakın bu aşk.” diye bize yutturmaya çalıştı. Aşkın kalan son bir iki
fanı da öylece aşktan tiksindi. “Yetmez ama evet” diyerek insanlar soktunuz
hayatınıza, sonra ne siz o insanlara yettiniz, ne onlar size denk geldi.
Düşürülen kriterler bile yüzüstü bırakırken, aşk iyiden iyiye bir hayal, bir
ütopya oldu.
Peki bu esnada âşıklar ne yapıyordu? Bir kısmını biz
damgaladık. “Ay aşk bu değil” dedik. Bir kısmı âşıkların; birbirine daldı,
kafayı kaldırıp “Arkadaşlar aşk var!” diyemedi. Direnişten alışkındık oysa,
yayardık, bir tweet yeterdi. Nihayetinde bizler aşka açtık ve umut fakirin
ekmeğiydi. Bir tür âşık da karşısındakine “Aş..” derken daha, insanlığa dair ne
kadar güzel duygusu varsa içinde sömürülebildiğini keşfetti ve sustu. “Varsın
aşkı yok bilsinler” dedi, “Sonu boka da varabiliyor.” Oysa bu kararı tek başına
vermemeliydi. Dedim ya biz açtık, yemek seçecek halimiz yoktu. O boku yemeye de
gönüllüydük yani.
Annem bizim buraların insanı olsun dedi, insan olsa yeterdi.
Babam sana bakabilmeli dedi, gözlerimin içine bakılsa
yeterdi.
Sonra benim isteyip de soramadığım zamanlar da geldi,
“Napalım ya, olalım mı âşık?” diyemediğim. Cevabı biliyordum çünkü. Biri vardı
benden önce. Öff, çok fenaydı var ya, çok acıydı hikâye, öyle böyle değildi.
Hem biraz kötüydünüz, biraz serseri, karanlıktınız. “Aysel git başımdan” ile
“Filiz sevişelim mi?” arasında bir yerde durdunuz. Sevişmek sevmekten gelmezdi,
inanmıştınız. Ve aksini iddia eden rock müziğin asi sesi de olsa “Kezban Ferah”
olmaktan kurtulamazdı.
Bir şey söyleyeyim mi? Umudumu kıramadınız be. Öyle dediniz,
böyle dediniz, yan yatırdınız, çamura batırdınız olmadı. Hadi itiraf edeyim, bi
defasında biraz kırılmıştı umudum. Ama sonra geçti işte.
Evet belki bir Marshall Eriksen ile tanışamadım. Öyle
kolayca, aramadan, yorulmadan, çaldığım bir kapının ardından… Ama bir yerlerde
bir Ted Mosby de dünya döndüğü sürece beni bekliyor olacak.
Yüzünü güldürebildiğim ve beni güldürebilen, yemeklerimi seven
ve perdelerimi asan, Hobbit’in 3. filmi için beraber gün sayacağım, numarasını
ezberden bileceğim biri… Hani o mutlu olmaya çabalamadığınız, mutlu etmeye
odaklandığınız ve bunun sizi dünyada en çok mutlu eden şey olduğunu keşfettiğiniz
şeyi yaşayacağınız biri… Hani beraberseniz keyifsiz uyanamayacağınız…
Ben Klişelerin Kızı Dilara. Benim saçlarım sarı boyalı, uzun.
Benim halka küpelerim, dev atkılarım var. Benim parfümüm ağır. Ben topuklarımı
yere vurdum muydu “doguld’Aşk’ doguld’Aşk” diye ses gelir. Ve ben eminim bir
gün senle buluşup bir şeyler içeceğim… Hatta belki eskileri anacağım,
dertleşeceğim…
İşte ben, bu yeni yılda tüm bu güzel şeylerin kaynağının aşk
olduğuna inananlara; ‘O’nu görmeyi, ‘O’na dokunmayı ve ‘O’na sahip olmayı
diliyorum. İnanmayanlara gelince, siktir edin onları, onlar kördürler,
asdhfjskhdadadf, görmezler…
Hepinize mutlu yıllar, yanaklarınızdan öperim.
Bi defasında ben de kaybettim. Öyle kaldı. Helal olsun karşim sana!
YanıtlaSilBANA HELAL, SANA DA AŞK OLSUN ADSIZ KARŞİM:)
SilKaybeder gibi olup olup "Kaybetmiycem amk, Mr. Darcy var bi yerde beni bekleyen... Yok mu?......" modlarında dolanıp dolanıp hiçbi boka sap olamayan bir insanım sanırım. Üzülüyorum ama umutluyum da. Ne bileyim, inanıyorum. Her şey dilediğin gibi olsun ArtMayKill.
YanıtlaSilBENCE VAR. BAZEN BEN DE ÜZÜLÜYORUM AMA GEÇİYOR. SENİN DE HER ŞEYİN DİLEDİĞİN GİBİ OLSUN SEVGİLİ ADSIZ.
SilSonlara doğru daha da güzelleşen, içten, 10 numara bir yazı.
YanıtlaSilÇOK TEŞEKKÜR EDERİM :)
SilEline koluna imkansizliklara direnen azmine sağlık. Like. Aşkı bulmak düşük olasilik ama sifir değil. Devam et umarım en tatli şeyler senin olur. Bana gelirsek ben biraz daha uyuyacagim. Tatlı ruyalar hepimize...
YanıtlaSilUYU GÜZEL ÜLKEM:(((
SilO DEĞİL DE, BİR SAAT KURUN UYURKEN. EN TATLI ŞEYLER DE, BUYRUN HEP BERABER OLSUN..
yazını okuduğumda bu dörtlüğü anımsadım;
YanıtlaSilen büyük ilham inançtır, unutamazsın.
yazmak hapşırmak gibidir geldi mi tutamazsın.
hapsetsen de çığlıklarını duyarsın.
bu gürültüde vicdanını uyutamazsın.
Bence haklılık payım var, bu yazınla tam seni anlatmış .. Devamını bekliyorumm :)
LIFEMAYKILL E YAZMAK BELKİ ANCAK SENEYE NASİP OLUR:) AY İLK KEZ ŞİİRLİ YORUM ALDIM YALNIZ, ÇOGZEL! KESİNLİKLE HAKLILIK PAYIN VAR, HEM DE KOCAMAN Bİ PAY. TEŞEKKÜR EDERİM:)
Silşiirden ince boynum, kılıçtan kalın.
YanıtlaSilgüzel bir sözün yanında kılıç tahta kalır. ^^
başka 1 şey isteseymişsin keşke
YanıtlaSil