Aslında sevgili Kaan'ın talebi son derece masumaneydi. “Sen
resim yapıyorsun. Bana resim hakkında bir şeyler yaz.” Kulağa mükemmel geliyor,
fakat birincisi: ben resim çiziyorum. Çiziyorum yani. Bu kelime çok daha uygun.
Boya kalemleri olan, ama önlüğü olmayan bir ilkokul öğrencisi gibiyim (ne hoş
ki artık onlar da önlük giymiyorlar). İkincisi; iyi, güzel de, bir şeyler
yazabilmem için; bir şeyler bilmem gerek.. Bilmediğim konularda yalnızca
konuşabiliyorum! Yazmayı hiç denemedim..
Bilmemek Ayıp Değil...
İşte bu düşünceler içinde kendimi yatağa savurdum, laptopumun
yanına kıvrıldım. İnsanlar bu sanat olayları hakkında nasıl bir şeyler biliyor
olabilirler? Bir resme baktığımızda güzel bulabilmek yeterli mi? Yoksa bu resmi
güzel bulmak on üç yaşından bu yana yaptığımız en ergence şey mi? Şu kemik
çerçeve gözlüklü kadın neden bir tablonun başında bizden on beş dakika daha
uzun kalıyor? Bizim göremediğimiz neyi görüyorlar? Yoksa o da mı aynı
düşüncelere dalmış durumda? Bu konuda bir eğitim almadan olaya vakıf olmak
mümkün mü? Sadece yeterince isteyerek, “alaylı ve yeterli” sanatseverler
olabilir miyiz?
Böyle hisseden tek insan olmadığımı biliyorum. Kaçınız yanınızda
bir arkadaşınız, bir tablonun önünde dikilirken “sanatçı burada soyutsal dışa
vurum, içe kusum, ehehehe, espri bile yapamıyorum olay hakkında, çıkalım
buradan!” tarzı bir anı yaşamadı ki? Evet, kazık kadar insanlar olduk ama, “bi
arkadaşınız” da mı kıkırdamıyor, uygunsuz bir şaka yapmıyor devasa penisli
heykelin karşısında?
İçimizdeki çocuğun bütün alaturka eylem ve söylemlerine rağmen,
yine de ağdalı dilleriyle dünya klasikleri, sergiler, açılışlar, etkinlikler
bizi çağırıyor.. Entelektüel yaşamın karizmatik çağrısı bol kremalı kocaman bir
pasta dilimi gibi çekici.. Sanatı sevmek istiyoruz, bilmek istiyoruz; ama o hiç
gitmediğimiz bir dersin devasa notları gibi, neyi bilip neyi bilmemeniz
gerektiğini bile bilemiyorsunuz.. Bilmemenin de, öğrenmemenin de, hatta
öğrenmek istememenin de ayıp karşılanmadığına kanaat getirdiğim şu noktada
benim sorum şu ki:
Nereden Başlayacağız??
Açıkçası ya buraya kadar düşündüklerim bana yetti. Bazen
sevgilisizlikten yeterince yakındığınızda arkadaşlarınız bıkkın gözlerle tek
bir şey haykırır hale gelir: “giyin, süslen, dışarı çık.. yeni insanlarla
tanış.. bir de Allah aşkına saçlarını bi yıka!”. Özetle harekete geç.. Daha
fazla düşünmeden harekete geçtim ben de. Nerede hangi sergi varmış bir
bakındım, Tijen Hasçi'nin “Ters Köşeleşmeler” isimli resim sergisini gözüme
kestirdim. Sonra Tijen Hanım'ı googleladım. Facebook'ta buldum. Cumartesi günü
için de randevumu aldım!
Kanlı
Canlı Bir Sanatçı:Tijen Hasçi
Tijen Hanım'ın sergisi Çetin Emeç Sanat Galerisi'ndeydi.
Galeri'den aldığım yol tarifine göre, metroyla Çankaya'ya vardım.
Kızlarağası'na girdikten sonra tek yapmanız gereken eski belediye binasını
sormak... Galerimiz orası..
Buluşma saatinden biraz daha erken olarak galeriye vardım. Büyük
buluşmadan önce biraz heyecanımı yatıştırır, biraz da sergiyi gezerim diye
umdum. Tijen Hanım da hemen oracıkta sergi salonunda, resimlerinin başındaydı.
(Bilmiyorum kendisi fark etti mi ama elimi tokalaşmak üzere öne uzatmış
durumdayken salonun eşiğine takıldım ve ayakkabım ayağımdan çıktı! Olur böyle
aksilikler...) Tokalaşma işini başarıyla gerçekleştirdiğimde büyük oranda
rahatlamıştım. Doğrusu Tijen Hanım'ın payı bu noktada çok büyük. Konukseverliği
ve güleryüzü kelimenin tam anlamıyla şansımdı..
Sanatçımızı ardımda bırakıp sergiyi gezmeye başladım. İsimleri
ve resimleri eşleştirmeyi denedim. Neyi, niye beğendiğimi anlamaya, isim ve
resimlere hikayeler eklemeye çalıştım. Topuklarım sergi salonunda tıkırdarken
suratımda anlamsız bir gülümseme vardı. Kendimden memnun, “iyi ki” dedim,
“üşenmemişim de topuklularımı giymişim..”
Sergi turum bittikten sonra Tijen Hanım'la karşılıklı oturduk.
Benim sıcakkanlı, yetenekli, genç ve güzel olarak betimleyeceğim bu kadına,
kendi kendini tanıtmak görevini bırakıyor ve sohbetimizi aktarıyorum:
TİJEN
HASÇİ: Öncelikle sizleri tebrik etmek istiyorum. Genç insanlar olarak,
böyle bir işle uğraşmanız gerçekten çok umut verici. İnsanları sergilere
çekebilmek, bu kültürün içine alabilmek lazım..Biz İzmir olarak yine şanslı bir
şehiriz ama; yeterli olduğunu söyleyemem. Aslında burası sanatçı fabrikası
gibidir.Her yönden. Hatta bu spor için de geçerli. Sanatçıların büyük çoğunluğu
İzmir kökenlidir, en azından bakıldığında, havasını soluduklarını görürsünüz.
Mutlaka İzmir'le bir yaşanmışlıkları vardır. Buna rağmen yetersizlikler büyük.
Gençlerin ilgisini çekebilirseniz bu büyük bir başarı olacaktır
BAŞAK
ONAT: Çok teşekkürler. Kendi meraklarımızı dindirmek adına yola
çıktık diyelim, doğrusu bu. Bir kadının ressama dönüşme hikayesini çok ama çok
merak ediyorum ben mesela, o yüzden hayat hikayenizi biraz deşmek isterim..
T.H:
Doğma büyüme İzmir'liyim. Ve İzmir'li olmaktan çok gururluyum., şanslı
hissediyorum. Eğitim hayatımı da İzmir'de tamamladım. Dokuz Eylül Üniversitesi
Mühendislik Mimarlık Fakültesi'nden mezunum, Jeoloji okudum. Resimle hikayem
ise şöyle.. Erken öğrencilik yıllarımda, bizim dönemimizde sanat ve spor çok daha
değersiz görülürdü.İnsanlar çocuklarının ilgi odağı olmasını asla istemezlerdi.
Bu branşların hocaları çok kaprisli ve notları kıt hocalardı.Geçer notları zar
zor alırdınız, ama ben hep en iyi notları alırdım. Annemin resmi çok iyidir.
Etrafımızdaki herkesin resim ödevleri annemin elinden geçmiştir. Ama ben her
zaman kendi resimlerimi kendim yapmaktan keyif alırdım. Fakat hep bu kadarla
kalırdı. İnsanın kendisi için resim yapabileceği, belki de aklımıza bile
gelmiyordu.
Sonra mühendislik okudum. Belki de mühendisliğin resme en yakın
bölümüydü benim bölümüm. Doğayla da iç içe bir bölüm. Doğayı hayatın direği
olarak görüyorum. Buradan yakaladığını düşünüyorum. Resimlerimde bundan çok
faydalanıyorum. Kendi mesleğimi yapmadım. Zaten jeologların yolu büyük depremden
sonra açıldı.
B.O:
Deprem temalı bir resminiz vardı yanılmıyorsam sergide? (içimden “yakaladım
yakaladım” diye bağırıyorum burada).
T.H:
Evet 17 Ağustos isimli, çok sevdiğim bir çalışmam var. Daha önce “Metaformik”
isimli bir sergim de oldu. Bölümümden faydalanmayı seviyorum. Mineral
kristalizasyonunu, resimlerimde var olan derin ve çok çizikleri yakalamak
mümkün olabilir.
B.O:
Resimle olan hikayenize devam edelim öyleyse..
T.H:
Resimle uğraşan iki arkadaşım vardı. Bu ikisi birbirinden tamamen habersiz.. Ne
var ki, bitmiş bir resimleri olduğunda mutlaka benim görmemi isterlerdi.
Geçirirlerdi beni resimlerinin karşısına, yorum yaptırırlardı. Ve ikisi de
muhakkak bir gün resim yapmam gerektiğini söylerdi.. Diyordum ki zamanı var
herhalde.. Bir gün yapacağım. Aldığım notlara güvenerek, eh herhalde eli yüzü
düzgün bir şeyler olur diyordum (gülüyor). Ve bir gün başladım.
Aslında hayatımda bir dönüm noktam var. Kendime iki ayrı dünya
yaratmaya karar verdim, Yeni hedefim buydu. Hayatta hep hedeflerim olmuştur benim.
Çocukluğumdan beri. Eski dünyam zaten vardı, ondan kopamazdım. Ama yeni bir
dünya da gerekliydi. Ve bu iki dünya karışmamalıydı. Birbirini içine
almamalıydı.
Bir dağcılık kulübüne üye oldum. Doğada gezmek, yürümek,
gözlemlemek ve fotoğraflamak için ideal bir fırsat oldu. Resim buna eşlik etti.
Derken derken yeni bir çevre geldi. Öncesinde tanımadığım,
sanatçı ağırlıklı bir çevre.
B.O:
Geçmişten gelen böyle bir çevrenin eksikliği sizce önemli mi?
T.H:
Her zaman değil. Benim mesela böyle bir geçmişim yok. Öte yandan kızıma
bakıyorum. O adeta sanatçı doğdu. Ben daha bilinçli bir birey olarak onu her
zaman yakın takipteydim. Resimler yapar, iki yaşında hikayeler yazdırırdı bana.
Hem Uluslar arası hem de Türkiye çapında çok ödülleri olan bir çocuk oldu resim
konusunda. Konservatuar mezunu. Şu anda müzikle ilgileniyor. Ama biliyorum bir
gün yine resim yapacak. Ve çok da iyi yapacak. Resim ölen bir sanat dalı değil.
Sadece duruyor, el duruyor. Ama kaldığın yerden tekrar başlayabilirsin.
B.O:
Belki bir gün kızınızla da sohbet etme fırsatı buluruz. Bayrak devri nasıl
işliyor diye. Peki ürettiklerinizi paylaşmaya nasıl karar verdiniz?
T.H:
Neden olmasın..Çok keyifli olur.
Açıkçası fırçamın elimden düşmediğini gören arkadaşlarım paylaş
diye bastırdılar biraz. Bu süre zarfında birçok hocalarla da çalıştım. Turan
Enginoğlu, Nurhilal Harsa, Sabit Baytan gibi isimlerle, atölyelerinde çalıştım.
Hala fikirlerinden çok faydalanmaktayım.
B.O: Bu
isimlerle nasıl tanıştınız, nasıl çalışmaya başladınız?
T.H:
İlgi duydum ve araştırdım, başka bir sırrım yok. Çok çalıştım, atölyeden
atölyeye koşturdum, bu arada evime de tezgahı kurdum.
(Konuşmanın burasında Tijen Hanım tanıştığı insanlardan öyle
gözleri parlayarak, mutlulukla ve övgüyle bahsediyor ki hemen kıskanıyorum. O
da sağolsun beni de ahbaplarıyla tanıştırmaya razı geliyor.)
B.O: Şu
anda çalışmalarınıza nerede devam ediyorsunuz?
T.H:
Evimin bir kısmı atölyeye dönüşmüş durumda.Kızım da müzikle uğraşınca, evim
görülmeye değer oldu. Renkler ve müzik fışkırıyor. Beklerim.
B.O:
Seve seve geliriz biz. Bu işin mutfağını da görmüş oluruz. Hayatınıza burnumuzu
sokmak istiyoruz biz.
T.H:
Açıkçası bir atölyem olsun isterim ayrıca. Hem yaşıyorum, hem üretiyorum. Hafif
bir karmaşa var. İnşallah bu işten biraz kazanç da sağlamaya başladığım zaman
bir atölye de edinirim.
B.O: Bu
konuyu ben de çok merak ediyordum..
Yeri gelmişken söyleyeyim Tijen Hanım'ın sergisinde tablolar
ortalama 1500-2000 tl lik fiyatlarla yer almış durumda.
T.H: Maddesel
yönden maalesef çok desteğe, sponsorluklara, fark edilmeye ihtiyacımız var. Bu
dikkat çekme noktasında da sizler devreye giriyorsunuz. İnsanlar önce bilecek
ki, sonra alacak. Resmi evlerinin bir dekoru olarak görmeyecekler sadece.
Eh, bu noktada devreye girişimiz istediğimiz kadar başarılı
olmadı. Yazımızın yayınlanabilme tarihi, malesef ki serginin bitişini buldu. Bu
yüzden ki, resimler üzerine yapılan, röportajın ikinci kısmını sizinle
paylaşmıyorum. Bu hoş kadını tekrar görecek olmanın, diğer sergilerini en
başında yakalayacak olmanın inancıyla, bazı soruların cevaplarını -şimdilik-
kendime saklıyorum. (Bunu Tijen Hasçi macerasının yalnızca ilk ayağı olarak
düşünün)Ve bu aksaklığa rağmen güleryüzünü ve bize olan inancını yitirmeyen
Tijen Hasçi'ye buradan bir kez daha teşekkür ediyorum..
Sizi bilmem, ama ben bazı sorularıma cevap buldum. Tabi zihnime
yeni sorular üşüşmesine de mani olamadım. Neyse ki kanlı canlı gerçek bir
sanatçı “bir elinizden de ben tutayım” lütfunda bulundu, artık yolumuzu biraz daha
aydınlık düşlememek için hiçbir sebebimiz yok.
Telaşlı heyecanımdan mütevellit eksiklerimi, lütfen mazur görün,
tabi ki görmezden de gelmeyin, “sanatı anlamaya çalışırken”, beni sürüklemek
istediğiniz bir yer olursa çekinmeyin. Daha önemlisi, lütfen benimle
debelenmeye devam edin..
*Tijen Hasçi ile iletişime geçmek isteyen okuyucularımız kendisine Facebook’tan
ulaşabilirler.
Başak Onat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder