Yenilik, değişiklik sadece konusunu
işlediğim filmlerde yok. Bu küçük bölüm de benden bağımsız kendini yenilemeye,
deneysel formatlarla kendini geliştirmeye devam edecek sanırım. Bu hafta kendi
içimde yaşadığım sessizliğin dışa vurumunu, film seçiminde açık seçik ifşa
ediyorum.
Filmimiz : The Artist
Karakterimiz : George Valentin ve
Peppy Miller [Bu hafta da karakterleri ödüllendiriyoruz.]
Ödüller : 5 adet Oscar heykelciği +
115 ayrı ödül + 84 adaylık
Ödüllerin Önemi : 0’ın altında
The Artist’i görsel azınlıkla
incelemeyi yediremedim kendime ve filmden görüntüler koparıp sayfaya saçarak,
an be an yorumladım neler olup bittiğini. Filmle fotoğrafın kardeşliklerinden
ötürü filmin akıcılığına saygısızlık yapmadığımı düşünüyorum.
Anlık görüntülerle film incelemesi mi yapılır?!
Cevabım, “Bilmiyorum” ve bu cevabın
doğru cevap olduğunu iddia ediyorum. Özellikle “The Artist” için, filmin
sakinliği, durgunluğu, renksizliğiyle hayatı renklendirir halini, sadece
betimleyerek anlatmak yerine, kareleri teker teker sizin de gözünüz önüne
sererek filmin bütününü anlatmaya çalışıyorum. Bakalım yapabiliyor muyum?
”Please
Be Silent Behind The Screen” tabelası filmin içindeki sessizliği perde önünde
seyirciye de uyarlayarak filmle izleyiciyi bütünleştiriyor.
Filmin başı ve sonu olan her şey için George'un beklediği tek şey artık takdir.
Merak edip arzulanan, seyirciye sessizlikle anlatılanın
anlaşıldığını sadece alkış sesi beklentisiyle kavrayabilen George, kendi ironisi
içinde kulaklarını salona dikiyor.
Salonun sesini duyamasak da -Be Silent Behind The Scene- sahne önünde sessiz kalamayan ve
duyabildiğimiz tek şey olan orkestranın şaha kalkışıyla heyecanın geldiğini algılayıp,
alkışları 'görüyoruz'.
Peppy adlı
karakterin varoluş sebebi olan gösteri dünyası kimliğini, gösteri dünyasına
attığı tek adımla değişen, belki içinde kalan Peppy'yi çıkarıp belki tüm
doğallığı belki tüm yapmacıklığıyla -gazeteciler
tarafından iki haliyle de benimsenecek olan sansasyonel haber yönüyle-
bizim de gözümüzün önüne seren dönemin 'ün' anlayışını anlatan kareyi
görüyoruz.
Peppy’nin George'a aslında olmak istediği yere, konuma,
birlikte olmak isteyip beğendiği 'dış'ıyla George'un kıyafetlerine içten
sarılışı. İç denilen maneviyat'a ulaşamayışının, sarılabileceği tek şeyin
içinde George olmadan onun maddiyatı olan ceketine sarılışı. George'un
içselliği ise sadece Peppy’nin onun içinden nasıl göründüğüyle alakalı. Peppy
ne George’a sarılabiliyor ne de George’un ceketine. Peppy hangi 'ceket' kalıbının
içine girerse girsin yine kendine kendi düşünceleriyle var ettiğine sarılıyor.
Sesin yaklaşmakta
olduğunu sesi görme umudumuzu duyma ihtiyacımızı artık çok geride bırakıp
arkadan gelen klasik müziği ise görme yetimize verdiğimiz dikkatle bazen duyup
bazen duymayıp arada verilen diyalogları okuyarak da hala tüm duyularımızı
kullanabildiğimizi hatırlatıyoruz kendimize. Georgu'un sesli filmlere karşı
gösterdiği ilk reaksiyon olan geleceğin sesli filmlerde olmadığına inancını
okuyabiliyoruz. Göremediğimiz şeyse; kendimizi 2011 den çıkarıp 1927 içinde bir
yerlere koyduğumuz. Sesli filmlerin olmasını filmin içine girmişlikle biz de
George ile yeniliği yadırgayıp ve belki de George'a karşı duyulan
sempatizanlığımızla biz de inanmıyoruz sesli filmlerin George'un patronunun
elinde olduğuna.
George'un sessiz film kariyerinin bittiği anda gelen bir
bina görüntüsü. Merdivenlerin verdiği vurgu hayatın iniş çıkışları mı yoksa George'la konuşurken bir üst basamakta duran Peppy'nin tırmandığı başarı basamakları
mı?
Artık seyircinin olayı anlamak, üzülmekten kaçmak,
gördüklerini yorumlamak istemediğini gören film, kendi içinde başka bir hamleyle
çarpıyor George'un sefaletini. Açık arttırmada eşyaları satılan George için
hepsi satıldı geriye hiçbir şeyiniz kalmadı cümlesinin ''tebrikler''le
başlaması can acıtan. Eşyalarının maddiliğiyle sattıklarını tekrar paraya
dönüştürüp üzülen George mu tebrik edilmeli yoksa George’u o anda yere göğe
sığdıramayıp kendi içinde takdir eden, George’un maddi olan eşyalarına karşı
manevi anlam yüklemesinin gereksizliğiyle sattığı eşyalarına üzülmesinin
anlamsızlığını göremeyip üzülen seyirci mi tebrik edilmeli?
Suyun saflığıyla yansımasını, belki kafasındaki
bulanıklığı belki düşüncelerindeki kirliliği temizleyen George, insanın kendini
anlatmak için söze ne kadar da gerek kalınmadığını belki en iyi bu sahneyle
açıklar.
George'un sesini ilk defa 1 saat 32 dakika sonra duyar
kulaklarımız. Duyduğumuz kelime de değildir. Belki de emeğin sesle en
bütünleşmiş hali nefes nefese kalınmışlık, işteki telâşe, belki hevesi yansıtan
George’un nefes sesidir duyduğumuz. Seyircinin George’un sesini duyacak mıyız
sorusu yerini başka bir soruya değil, sorunun cevabına bırakır: George duymadan
da salondan çıkılsa olur. George'u duyma isteğinin altında yatan karakteri
analiz etme ihtiyacını film, ses olmasa da kalbe, akla, göze ve damakta kalan
filmin tadıyla gidermiştir. Belki anlaşılması gereken sadece bir sessiz film
yıldızının sönüş ve parlayışı ya da biraz daha derinleştirilmiş fakir oğlan
zengin kız hikâyesi değildir. Sesi ve rengi en yüksek düzeyde idrak edip
algıladığımızı düşünüp yaşadığımız bu dönemde, rasyonelliğe ve de gerçekliğe
mantığa ya da duyguya yönelip yaşadığımız her an için beklediğimiz doyumsuzluğu
ses ve renk olmadan, ses ve rengin olduğunda algıladığımızdan daha iyi
anladığımızı görmektir.
Deniz Gül
Berbat olmuş.
YanıtlaSil