30 Kasım 2013

Haydi İç De Çay Koyayım Ah Muhsin

Bu hafta bize sadece bir kumanda tuşu kadar uzaktaki bir şairden bahsedeceğiz. A evet kendisi bir senarist ve yine evet, kendisi bir yönetmen; aynı zamanda da oyuncu. Onur Ünlü’den ya da takma adıyla Ah Muhsin Ünlü’den başkası değil bu kişi. Bu zamana kadar içinde bulunduğu kaliteli yapımlarda karşımıza çıkan Ünlü’yü birçoğumuz Leyla ile Mecnun ile bağrımıza bastık, Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi ile takdir ettik, Ben De Özledim ile yeniden kavuşmanın verdiği sevinçle kucakladık. Bundan önce de 90’lı yılların delikanlı dizisi Deli Yürek’in senaristliğini üstlenmiş (Aynı zamanda oyuncu olarak da bulunmuştur.), Haluk Bilginer ve Özgü Namal’ın oynadığı Polis adlı filmin de yapımcılığını, yönetmenliğini ve senaristliğini üstlenmiştir kendisi. 


Ah Muhsin Ünlü’nün şiirlerini derlediği Gidiyorum Bu adlı şiir kitabı da kendisinin yetenek abidesi olduğunun bir göstergesi sanırım. Şiir sevmeyen beni (Her zaman şiirin çok yapmacık olduğunu düşünmüşümdür, şiire ısınmamı sağlayan Ah Muhsin Ünlü’nün Hatırlat da Haziran Sonlarında Çocukluğumu Yakalım adlı şiiri olmuş bile olabilir. Yo yo pardon, Sabahattin Ali’nin Hapishane Şarkısı-V ya da halk içinde Aldırma Gönül olarak bilinen şiirini unutmuşum. Sabahattin Ali’yi bir güzel irdeleyelim mi önümüzdeki yazıların birinde?) şiire ısındırmıştır Ah Muhsin Ünlü, ne yalan söyleyeyim. Tek meziyeti insanlara şiiri sevdirmek ya da yönetmenlik değil ki Ünlü’nün. Leyla ile Mecnun ekibinin duygu yüklü, anlam patlaması şarkılarıyla hayat bulan Leyla the Band adlı müzik grubunun da davulculuğunu yapıyor Ah Muhsin Ünlü bir de, ya da Onur Ünlü mü demeliydim?


28 Kasım 2013

Folk'a Giriş 101: Inside Llewyn Davis OST

Başıma gelen çoğu şeyin tarihlerini ister istemez aklıma yazıyorum. En sevdiğim grubun gittiğim ilk konserini, O. ile ilk buluşmamızı, en yakın arkadaşımla içip sarhoş olduğumuz ilk geceyi, üniversite sonuçlarının açıklandığı ve İstanbul olmadığı için saatlerce ağladığım günü vs...  Hepsinin tarihleri kronolojik sırayla hafızamda. Çoğu zaman iyi bir şey, itiraf etmeliyim. Günün birinde otobiyografi falan yazarsam işime bayağı yarayacak bu tarihler.

Yine o tarihlerden biri; 5 Ekim 2013 Cumartesi. Film Ekimi İzmir'e gelmiş. Bir önceki akşam üç saatlik inanılmaz filmden sonra (Blue is Warmest Colour) bu akşam arka arkaya üç film izleyeceğim. Bir yandan heyecanlı bir yandan da “Allah’ım ölmesem bari, ya filmler kötü çıkarsa?” diye tırnaklarımı kemiriyorum. Özetlersem üç film de çok çok güzeldi. Only Lovers Left Alive ve Sen Aydınlatırsın Geceyi bu yılı “sinema yılı” olarak tarihe geçirmeme yardımcı oldu. Ama o üçüncü film, ki aslında bu iki filmin arasında izlemiştim filmi saati bile aklımda 19.00, beni en derinden etkileyen filmlerden biri oldu. Bu yıl izlediğim en iyi film olması bir yana, toplam yirmi bir yıllık hayatımda izlediğim en iyi filmler listesine de girmekte. Inside Llewyn Davis.  İçinde müzik barındıran her filmi ayrı seviyorum; güzel müzik, hayatın en vazgeçilmez şeyi iken filmlerde olmaması saçma olurdu zaten. Güzel müzikli filmler listesini sevgili Cinema May Kill'e bırakarak tekrar devam ediyorum yoksa Llewyn Davis arada kaynayacak.


Joel ve Ethan Coen kardeşlerin yönetmenliğini üstlendiği 2013 yapımı bir film Inside Llewyn Davis. Şimdiye kadar hiç Coen filmi izlemediğimden ötürü diğer filmleri ile karşılaştıramayacağım. Ama hep duyduğum kadarıyla bu Coen kardeşler kara mizah olayını iyi beceriyorlarmış. Bu filme de bakınca, filme inanılmaz depresif bir hava hakim olsa da küçük detaylar, oyuncular arasındaki minik diyaloglar hayatın mizahi tarafını da gözler önüne seriyor. Filmi izlerken o karamsar havanın içinde sizi gülümseten detayların varlığı da filmi bir o kadar ilginç kılıyor.

Uzun zamandır Amerikan Folk müziğine kendimi adamayı planlıyordum. Başta günümüzde çok meşhur indie-folk grupları Mumford & Sons, The Lumineers, Of Monster and Men, The Civil Wars olmak üzere önümde öyle bir isim var ki sırf o bile Folk müziğin derin sularına kendimi atmam için bir sebep sunuyor: Bob Dylan. (Bob Dylan başka bir yazıda ele almayı planladığım sinyalini de burada hemen vereyim.) Inside Llewyn Davis 'i izlerken yanımda  oturan sevgilimi sürekli dürtükleyip “Aaaaa Foooolk işte ne kadar güzeel!!!” diyerek filmi ona izletmemiş olabilirim belki ama çok heyecanlanınca kendimi durduramıyorum sayın okuyucularım. Tıpkı şu an Folk yazmanın verdiği heyecanla daldan dala atlayarak sizin kafanızı da bulandırdığım gibi. Elim ayağım titriyor Bob Dylan yazarken. Her neyse, filmden çıktıktan sonra büyülenmiş bir şekilde filmde çalan şarkıları araştırmaya başladım ve karşıma çıkan ilk isim Dave Van Ronk oldu. Çünkü film ünlü Folk sanatçısı Dave Van Ronk'ın kendi kalemiyle yazdığı biyografiden The Mayor of MacDougal Street‘den esinlenerek yazılmış. Zaten Van Ronk'ın da bir albümünün ismi de filmi hatırlatıyor. “Inside Dave Van Ronk”.

27 Kasım 2013

1 Yaşındayız



Bugün 27 Kasım 2013 ve Beauty May Kill ailesi olarak 1. yılımızı kutluyoruz. Öncelikle bizi destekleyen herkese çok teşekkür ediyoruz ve nice nice yıllar birlikte olmayı diliyoruz.


Tabiî ki Beauty May Kill, 1. yılını böyle kuru kuru kutlamayacak. Kendimize küçük bir parti verirken size de hem yazarları daha yakından tanımanız hem de biraz eğlenmeniz için ufak bir sürpriz hazırladık. Her yazar, diğer yazar arkadaşları hakkında 3'er kelime/tamlama yazdı ve Art May Kill de çizimleri ile sürprize renk kattı.

Ufak bir not olarak sıralama şöyle olacaktır: 
Yazar adı / Yazarın karikatürü / Yazarın diğer yazarlar hakkında seçtiği 3 kelime.

Haydi o zaman bakalım kim, kime neler yazmış!


23 Kasım 2013

Güzel - Çirkin Ayrımı = Mini Faşizm Midir?

“13 saattir bilgisayar başındayım, ölmek üzereyim, Allah’ını seven bi şey yapsın yoksa ben ölüyorum!”, “Zaten canım burnumda, üstüme gelmeyin, hof!”, “Ağlıyorum şu an, yapamıyorum, çalışamıyorum, çok zor.”, “Abi makine sayısı diyor, takt süresini vermemiş, ay biz mi bulucaz onu hıımm, zormuş…” cümlelerini sarf ederek etrafta dolaştığım ve blogu ihmal ettiğim anlar sadece birkaç gün geride. Ben uykusuz kalıp salak gibi ortada dolaşırken, aynı dönemdeki arkadaşlarımın “4. sınıf çok da sıkıntılı değil sanki di mi, ben çok rahatım.” demesi de ayrı bir olay. Bu laftan sonra ne dersin ki?

Kafamda deli sorular ve minik bir açıklama yapma gereği duydum:

-Ben neden doluyum bu kadar hakikaten, ha 7 dersim var!
-Benim de 7 dersim var kiee?!
-Benim de…

Dumur olma halinde bir süre takılırken bir yandan da gevşek götlü olup olmadığımı, işlerimi zamanında bitiremeyip, uzattığımı düşünmeye başlıyorum ama sorun bende değil bence, hayat zor. Neyse. Konuyu da saçma sapan bir şekilde bağlayamadıktan sonra yavaşça esas konumuza doğru süzülürken bir yandan da arka planımda Boris Vian’dan J’suis Snob adlı parça çalıyor.


Boris Vian’ın müzisyen de olması, beni “Adamlar yapıyo, ben daha 7 dersi bir arada götüremiyorum, kahretsin!” moduna soksa da, kendisi için kullanılan sıfatları görünce (yazar, şair, müzisyen, şarkıcı, gazeteci, senarist, oyuncu, eleştirmen, çevirmen ve maden mühendisi), Boris Vian’a imrenme ile karışık bir hayranlık duymaya başladım. Sadece bir kitabını okuduğumu söylemek istiyorum öncelikle, sular seller gibi bilmiyorum her kitabını, hangi kitabında konuya nasıl yaklaştığını. Sadece okuduğum “Ve Bütün Çirkinler Öldürülecek” kitabını,  diğer kitaplardan farklı olarak, düşünce yapımı bir kenara bırakıp farklı yapıda düşünmeye, farklı şekilde yorumlamaya ya da yorumlamaya çalışmaya başladım. Chuck Palahniuk, genel edebiyat anlamında ne kadar ilginç bir üsluba sahipse, Boris Vian da sanırım onun babası şeklinde bir durumda gözümde. İlginç üslubu ve iletmeye çalıştığı mesajlar birbirleriyle harmoniden ölen bir şekilde dolanmakta etrafta. Gerçek ve kurguyu harmanlayan havası da beni benden almıştı, okuduğum kitabında. Diğer kitapları ise okunacaklar listeme eklenmiş durumda. Boris Vian’dan bir parçayı da paylaşalım ki okurken müziğimiz de eksik kalmasın.

Je Bois



21 Kasım 2013

Cool Olmanın İlk Adımı: Deri


''Neredesin şimdi? Filanca caddenin köşesinde hani falanca dükkanı var ya, onun karşısına gel. Bekliyoruz.''

İşte benim 2013 sonbahar/kış sezonumu bir nevi biçimlendiren parçaya/ruh haline ulaşmamın ilk adımı bu konuşma oldu. Gittim bir adam ölçülerimi almaya başladı. Annem dedi ki ''Nasıl bir model istiyorsun? Hangi renk? Sana deri ceket diktiriyoruz!''
Yıllardır derim, ben de bir deri ceket alayım, havama hava katayım! Büyük eksiklik, ayıp artık falan diye (Ayıptır söylemesi dericilikle ünlü bir şehirde büyüdüm ben. Ünlü markalar halt etmiş oradakilerin yanında.) ancak en son annem ''Cezaevinde dikiyorlarmış bir gün gidelim ölçü verelim.'' deyince ısrarlarımı bırakmaya karar verdim.
Neyse, bir yandan da düşünürüm hep, siyah benim rengim değil diye. Ne zaman siyah bir şey almak için çıksam, kahverengiyle dönerim eve. Bilmiyorum, belki de siyah kafamda çok fazla rock, asi bir imaj oluşturuyor. Buna rağmen dedim ki ''Siyah olsun ceket, orası burası fermuarlı olsun!''
Gelin görün ki hakikaten de öyleymiş! Bir siyah deri ceket insana bu kadar asi hissettirebilir, sanki her şey mümkünmüş izlenimi verebilir, altında eşofmanla evde, ayna karşısında denerken bile sanki çok “cool”muşsun imajı verebilir mi? Evet verebiliyormuş!
Tam da bu yüzden, geçtiğimiz hafta sonu "cool"luktan ölen bir çekim yaptık ve ben de bugün bu deri temalı yazıyı yazıyorum.

19 Kasım 2013

Konuşacak Çok Şey Var (feat. Tekliler)

Merhaba bile diyemiyorum, konuşacak çok şey var.



Malumunuz veçhile öğrenciler için kara günlerin başlangıcı yakın zaman önce yapıldı. Kafalarımızı slaytlardan, kırmızı tükenmez kalemlerimizi ve fosforlu sarılarımızı kağıtlardan kaldıramaz olduk. Hatta birçok insan bilgisayarının şarj aleti ile uyumakta. Durum vahimken ve daha da vahim olma yolunda ilerlerken her zaman imdadımıza yetişen üç önemli unsurun altını yeşil fosforlu ile çizmek isterim: Kahve, müzik ve seks. Ben size tabii ki bu üçlü içerisinden ikinci favoriniz olan müzik konusundan bahsedeceğim.

Bir yıl içerisinde toplam dinlenen şarkı sayısı, sınav döneminde dinlenen şarkı sayısının yanında solda sıfır kalmaya mahkûm. Onun için ben de, hazır iki sınav arası nefes alabiliyorken sizin için son zamanlarda neler olup bittiğine bir göz attım.

İlk olarak, müziğe kaç yıl ara verdiğini bile hatırlayamadığım Lily Allen ile başlıyoruz. Sevdiğim İngilizler arasında oldukça yükseklerde duran Lily, uzun zaman süren suskunluğunu Hard Out Here şarkısı ile bozdu. Birazdan sizin de “İyi ki de bozmuş” diyeceğiniz şarkı, baştan sona saf mükemmellikten başka bir şey değil. Lily’nin 3. stüdyo albümünün çıkış şarkısı olan Hard Out Here’in sözlerini Lily Allen ve Greg Kurstin yazarken, şarkının prodüktörlüğünü de Greg Kurstin üstlenmiş. Bu ikilinin “The Fear” şarkısının da yaratıcıları olduğunu size söylersem belki şarkıya hemen şans verme kararı alırsınız. O zaman oynat tuşuna basıyoruz ve okumaya devam ediyoruz.



17 Kasım 2013

Karl Marx ve Woody Allen Ortak Yapımı - Blue Jasmine‏

Uzun zamandır sinemaya gitmiyordum. Biliyordum ki bu bekleyişime değecekti. Gideceğim filmi öylesine seçecektim. Adını bilecektim sadece. Dandik bir sinema sitesinden bana en yakın sinemayı seçecek, en uygun saati bulacak, kendimi salona atacaktım ve tabi ki bu spontane hayat akışında bile bir 5 dakika duracaktım çünkü tabi 16 liralık bilet engelini geçmem gerekecekti. Bunların hepsini yaptım ve adının Blue Jasmine olmasından başka hiç bir bilgiye sahip olmadığım bu filme girdim.

Filmi kendime başlangıç noktası olarak belirledim. Bu yazıda anlatacaklarım kabaca filmin öyküsünü anlatmaktan daha derin olacak. Bu yazımda yapmak istediğim şey, filme yüzeysel bakmaktansa, senaryoyu temel aldığı ideolojiyi inceleyerek anlatmak. Bu filmi benim için önemli yapan şey, renklerin uyumu ya da görüntülerin akıcılığı değil. Hikâyesi ve altında yatanlar.


Manhattan aşkıyla ömrüne ömür katan Woody Allen’ın yaşadığı şehrin sosyo-kültürel yapısına eleştirel bakma zamanı gelmişti. Woody Allen, Manhattan’ın yüksek sosyete, entellektüel geçinen yapısına bazen küçük bazen tekme tokat eleştiriler yağdırmıştır, fakat bunu hiçbir zaman tüm bir filme yaymamıştı. Bu yazımda Blue Jasmin filminin hikâyesini ele almaktansa, filmin ideolojisini ve ardında yatan psikolojik nedenleri anlatmaya çalışacağım. Zira, çok sayıda ürün çıkarmış bir yönetmenin son filmleri çok önemlidir. Bu filmler ticari kaygıdan yoksun ve tecrübenin elinin kiri haline geldiği filmlerdir. Gişe kaygısını en az seviyede tuttuğunuzda ortaya çıkan şey saf ve temiz kalmayı başarabilen "fikir"dir.

Film, toplumu iki kesime ayırmakla başlıyor. Burada sakallı amcamız Marx’ın yaptığı ayrım oldukça işimize yarayabilir. Woody, Karl Marx’ın yaptığı gibi, toplumu ikiye ayırıyor. Üretim araçlarını elinde bulunduran burjuvazi ve bu üretim gücü altında kendi emeğini satışa sunan proletarya. Politik ideolojiler dersi alan bir öğrenci olarak, tonlarca sayfa okumak yerine,  bu iki sınıfın 2013 yılındaki versiyonuna ulaşmak için yapılacak en iyi şey Blue Jasmine’i izlemekmiş. Nereden bilebilirdim ki?!

15 Kasım 2013

İzmir 2013 Kasım “Mini” Etkinlik Rehberi

Daha önce de bahsetmiştim. Bu dönem bana 'bomboşluk' dönemi... Bütün arkadaşlarım, affedersiniz köpek gibi staj peşinde koştururken, sözlüden sözlüye koşarken, ben okulumu bir dönem uzatmanın verdiği rahatlıkla iki buçuk aydır yatıyorum.

Her ne kadar, onların uyanmak için berbat bir zaman olduğunu iddia ettikleri sabah altının, sık sık benim uyku saatim olmasının keyfini çıkarsam da, iki ay sonra düşeceğim hali de görmezden gelemedim. Demek gün ağarınca benim de boynum bükülecek. Bütün gün çalışacak, kimseye yaranamayacağım demek. Demek akşam onda çılgınlar gibi uyumak isteyeceğim, yetmeyecek, yetiştirmem gereken sunumlar, araştırmalar yüzünden uyuyamayacağım. Vallahi yazarken darlandım!

Bu karanlık tablo bana, aylak bir bakkal olduğum şu günlerde, terazide bir 'takım' şeyler tartmaktan daha fazlasını yapmam gerektiğini düşündürdü. Bir şeyler yapmak istedim. İçeriği önemli olmaksızın beni mutlu edecek şeyler, görmediğim yerler görmek de listeye girebilirdi, tatmadığım şeyler tatmak da. Hemen kendimi, bu kez iştahla yatağa fırlattım. İşte oradaydı bilgisayarım, güzeller güzeli internetim... Bana İzmir'de neler yapılır, ne izlenir, nerelere gidilir hepsini söyleyeceklerdi birlik olup. Kendime nefis bir program çıkaracaktım.

Ama öyle olmadı...

Belki de benim yeteneksizliğim ama İzmir'in nabzını tutan bütün siteler çok kötü. Bölük pörçük... Yarım yamalak... Merak ettiğiniz bir oyunun izini sürebilmek için en az beş sekme açmanız, en son da pes ederek telefona sarılmanız gerekiyor. Hangi yüzyıldayız da ey internet, beni tanımadığım insanların sesini duymaya zorluyorsun??



Bu da hayatımda en çok güldüğüm şeylerden biri.

Neyse ben pes etmedim tabi... Aranacak yerleri aradım, sorularımı sordum ve kendime öğrenci bütçeme uygun (kahrolsun bazı bilet fiyatları) bir etkinlik rehberi hazırladım. Bu arada etkinlik değiller tabi ama belki benimle gurur duyarsınız falan diye de küçük haberlerimi vereceğim. Çok istediğim iki şeyi de gerçekleştirdim; işaret dili öğreniyorum ve artık bir dövmem var. Canım kasım. Kasım 'da gaz başkadır, doğrusu bu. Evet.

Takvimimdeki ilk etkinlik Tiyatro Terminal'in sahneye koyduğu “Hiç” isimli oyundu. Ve şu kadarcık şeyle ilgimi çekmişti.


-Hiç.Hiç.Hiç. -Sizin izlemek için geldiğiniz oyunun konusu neydi? -...... -Gördünüz mü? Kimse sizi kandırmaya çalışmadı. Şimdi lütfen yerinize oturun. Sizi temin ederim memnun kalmazsanız paranızı iade edeceğim.

12 Kasım 2013

Kutu Kutu Mendil: Depresyon Şarkıları

İzmir'e henüz kış gelmedi ama yurdun çoğu bölgesinde insanlar kalın kazakları üstüne pofuduk montları, eldivenleri-atkıları ile dışarı çıkmaya başladı. Soğuğu sevmeyen biri olarak gerçekten İzmir'de yaşamanın keyfini çıkarıyorum; hala üstüme bir ceket alarak dışarı çıkabiliyorum. Ama gelin görün ki eli kulağındadır; yakında kara bulutlar, kümülüsler vs.ler buraya da gelecektir. Çılgınlar yağmurlar, taşan mazgallar... Hepsi kapımızda; malum Kasım'ı ortalıyoruz.



Bendeniz yağmuru severim; şu da bir gerçektir ki yağmur ve yağmurlu günler tam bir depresyon sebebidir. Başka sorunlar yetmez gibi bir de yağmur sıkıntı verir insana. Evden çıkmak istesen çıkamazsın; evde durmak istesen öğle saatinde akşam karanlığını yaşadığın için afakanlar basar, evde de duramazsın. Eğer ki derdin tasan çoksa işte asıl o zaman yandın. Girersin yatağının içine vaktini orada geçirirsin. Erkekleri bilemeyeceğim ama depresyona girmeye hazır her kızın bu anlarda yaptığı şey çoğu zaman ağlamaktır. Zaten gözyaşlarımızı dökmeye çok hazır olduğumuzdan depresif havalar bize göredir. Böyle günlerin vazgeçilmesi ise ağlak filmler ve sümük akıttıran acılı şarkılardır. Filmler benim konu alanım olmadığından onu bir kenara koyup; sümük akıttıran acılı parçaları kendime misyon ediniyorum.

Genel ruh haliyle depresyona müsait ve her dakika depresyona girebilme ihtimali olan biri olduğum için depresif şarkılar uzmanlık alanıma giriyor bile denebilir. Geçtiğimiz haftalarda yalnızlığım o kadar canıma tak etmiş olacak ki; kendime bir kedi aldım. (İnanılmaz tatlı bir British Shorthair, ismi de Kafka.) İnsana kendini bayağı iyi hissettiriyor kedi sevmek, gerçekten herkese önerimdir; derdin problemin kalmıyor o güzelim peluş gibi dört ayaklıyı severken. Kafka'yı bu kadar severken; en büyük aşklarımdan müziği bir kenara atmayı kendime yakıştıramadım ve depresyonuma iyi gelen bazen de depresyonuma sebep olan şarkıları size listelemeye karar verdim.

8 Kasım 2013

Klişelerden Uzak Bir Evlenilecek Erkek Yazısı: Sokakta Beyefendi, Mutfakta Aşçı, Yatakta İlah

90’ların sonlarında çocukluğumuzun en tatlış zamanlarını yaşarken mahallemizdeki ablaların fırtınalı aşk hayatları vardı. “Çıktıkları” abilerle ilişkilerini gizler, eğer tanrı korusun “ayrılık” vuku bulursa bir daha evlenemeyeceklerini çünkü erkekler tarafından istenmeyeceklerini bize anlatırlardı. O zamanlar kızlar evlenilebilecek ve eğlenilebilecek olarak ikiye ayrılır, erkek kısmı eğlenebildikleri hatunların çocuklarına anne olabileceğine ihtimal vermezlerdi.

Üzerinden yıllar geçti… Adamlar kumaş pantolonlarını kösele ayakkabılarını çıkardılar. Düşük bel skinny jeanler, Lacoste ayakkabılar geçirdiler üzerlerine, Fashion May Kill yazılarını takip etmeye başladılar. Aralarında hala bazı fosiller olsa da, artık revize olan beyler sayesinde yeni bir kategori ortaya çıktı. Eğlenen hatunlar…

Kendisini ilk tavlayan erkek dışında başka erkeklerin de olduğunu öğrenen, onları tanımak isteyen, çoğu cinsel tabudan kendini kurtarmış, sosyal hayatta erkeklerden eksik kalmayan –ki bazı durumlarda onlardan daha aktif olan- bu yeni nesil son model hatunlar, erkekleri daha yakından tanıdıkça rollerin tersine dönmesi kaçınılmaz oldu. Ve artık erkekler ikiye ayrılıyordu…



6 Kasım 2013

Lady Gaga - ARTPOP

Introducing, ladies and gentleman, Lady Gaga.


Müzik dünyasının son 5 yıldır en çok konuşulan ismi Lady Gaga, yeni albümü ARTPOP ile geri döndü. Aslında “geri döndü” tabirini kullanmak istemiyorum. The Fame albümü ve The Fame Monster EP’sinden sonra riskli ve cesur olarak adlandırılan Born This Way ile gündemin zirvesini yaşayan Gaga, bu kez karşımıza şimdiye kadar yaptığı müzikleri harmanlayan bir albüm ile çıkıyor. Geri döndü tabirini kullanmak istemememin sebebi ise, 2 yıllık albüm arasını normal hatta olması gereken bir süreç olarak görmem. (Tabii ki bu süreçte Gaga’nın geçirdiği kalça sakatlığı ve ardından gelen kalça ameliyatı olayların akışını oldukça değiştirdi.)

2013 yılının başlarında çıkması beklenen ARTPOP albümü, yaklaşık 6-7 ay gibi bir erteleme sürecinin ardından piyasaya sunuldu. Albüm hakkında birazdan detaylı bir şekilde konuşacağım fakat gelin, önce albümü genel olarak ele alalım.

Konsept olarak “art” ve “pop” kelimelerinden ve mitolojiden yola çıkan Gaga, son dönemdeki rakibelerinin aksine sayısal olarak fazla yüksek tempo şarkı ile karşımıza çıkıyor. Albüm öncesinde Marina Abromovic ve Jeff Koons gibi sanatçılar ile çalışarak hem kendisinin hem de albümün sanat yönünü geliştirmeye çalışan Gaga, genel olarak oldukça başarılı. Hazır Jeff Koons’tan bahsetmişken albümün kapağına da değineyim. Jeff Koons tarafından yapılan Gaga heykelinin ve The Birth of Venus eserinin kullanıldığı kapak, başta biraz itici gelse de zaman geçtikçe kendine baktırmayı başaran bir albüm kapağı.

Albümün en önemli ve en güçlü özelliği ise baştan sona bir hikâye anlatıyor olması. Bunun yanında albüm içindeki bazı şarkıları gruplandırmak da mümkün. Birazdan bu mini konseptler üzerinden albümü anlatmaya başlayacağım. Fakat son olarak, Gaga’nın prodüktör seçimlerine de bir göz atalım. Çıkış yaptığı günden beri çalıştığı isimleri değiştiren Gaga, bu sayede hem müziğini hem de tarzını farklılaştırmada başarıya ulaştı.

Lady Gaga, yeni albümü ARTPOP’da DJ White Shadow başta olmak üzere Zedd, Madeon, Will.i.am ve Rick Rubin ile çalıştı. Born This Way albümünde oldukça sert ve farklı bir müzik tarzına dönen Gaga’nın yeni albümünün en önemli prodüktörleri Zedd ve Madeon. İki isimle de yeni çalışmaya başlayan Gaga son derece yerinde bir karar almış. Zedd (24) ve Madeon (19), gerçekten çok başarılı iki genç. Elektronik / dans şarkılardaki düzenlemeleri ile öne çıkan bu iki genç, eğer böyle devam ederlerse ileride gerçekten unutulmayacaklar arasına girmeye adaylar.


5 Kasım 2013

Ceo mu Olmak İstersiniz, Artemis mi?

Hayatım, gündelik yaşamda imkansızları bulma çabalarıyla dolu. Çok mu “kendine yolculuk”, “kişisel gelişiyoruz!” temalı kitap cümleleri gibi oldu? Şu an istediğim “General Electric’in CEO’su olmayı 5 yaşımdan beri istiyordum, arzuluyordum.” ana fikrine ulaşmak değil. Anlatmak istediğim şu; medeniyetin doğayla bütünleştiği, havanın mütemadiyen güneşli olduğu, milletin boş beleş etrafta dolaşıp Eros’un oklarına maruz kaldığı ve salak salak aşık olduğu, insanların sürekli gezdiği ve yaptıkları tek işin sanatla ilgili herhangi bir iş olduğu bir dönemde yaşama isteği duyuyordum. Böyle boş beleş falan.  Bir de özel güçlerim olsaydı mesela, ne bileyim çok güzelmişim, hayvanlarla konuşabiliyor, bitkilere hayat verip, insanları kurtarıyormuşum, gibi. Böyle şeyler ancak filmlerde olur işte çocuklar, bir de mitoloji kitaplarında. Ah mitoloji. Mitoloji aşkımın kusana kadar Age of Mythology oynamaktan, çizgi filmlerden, Truva filminden, okulun Çanakkale gezilerinden, Homeros babadan,  bir de bir zamanlar her ay aldığım Bilim Çocuk Dergisi’nden geldiğini düşünüyorum.  Ama bu zamana kadar ancak Antik Yunan Mitolojisi ile ilgili kitaplar okuyup, araştırma yaptım, sanırım en çok ilgi duyduğum mitoloji coğrafyası Yunanistan tarafları. %50 Ege’liyiz canıms, olacak o kadar.

Bu hafta sizlerle sahaftan ve kütüphaneden aldığım Antik Yunan Mitolojisi kitapları ışığında, bazı tanrıların, tanrı çocuklarının, yaratıkların, olguların mini öykülerini paylaşacağım, umarım seversiniz. Kitaplar birbirinden çok farklı değil aslında, bazıları sözlük niteliğinde, alfabetik olarak tanrılar, yaratıklar ve olgular sıralanmış, birbiriyle bağlantılı olanların yanında “Bkz.Hermes” şeklinde yönlendirmeler mevcut, bir kitapta ise roman gibi baştan sona oluşumlar öyküsel bir dille anlatılmış. Her birine de bayıldım ben.

Yunanlar, evreni tanrıların yarattığına inanmazlardı. Onlara göre evren, tanrıları yaratmıştı. Tanrılardan önce yer ve gök vardı, titanlar da yerin ve göğün çocukları, tanrılar da torunlarıydı. Titanlar yaşlı tanrılar olarak bilinirlerdi ve yıllar boyu evreni ellerinde tutmuşlardı. En önemli titanın Kronos olduğu söyleniyordu, kendisi Zeus’un babasıdır. 

Zeus

1 Kasım 2013

Stil Takibi: Ekim

''Christian Grey kim olacak?'' yarışını kazanan Jamie Dornan!

Zac Efron'un yeni filmi That Awkward Moment'ın fragmanı yayınlandı!

James Franco yeni kitabı Actors Anonymus için imza gününden imza gününe koşuyor!


Peki bu haberleri ve ünlüleri Fashion May Kill'e taşıyan ortak özellik ne? Tabii ki başarılı stilleri ve biraz da güncel kalmanın gerekliliği. Buradan yola çıkarak Fashion May Kill'e yeni bir parça ekliyor ve her ayın sonunda bir ''Stil Takibi'' yazısı yazmaya başlıyorum.

İşte bunların ilki Ekim. Say hi!

Jamie Dornan

Şu sıralar dünyanın en heyecanlı, yıldızı en parlak insanı kimdir deseler sanırım Jamie Dornan cevabını vermek pek yanlış olmaz.


Calvin Klein'ın sadık modeli, CK Free ve Dior Homme'un yüzü, Once Upon a Time dizisi oyuncusu Jamie Dornan, yakın zamanda ortalığı alt üst eden Grinin Elli Tonu (Fifty Shades of Grey) kitabının filmi için Christian Grey olarak açıklandı. Kendisi pek yakın zamanda toplumsal bir figür, hatta bir ilah olacak.

.