Uzun zamandır sinemaya gitmiyordum. Biliyordum ki bu
bekleyişime değecekti. Gideceğim filmi öylesine seçecektim. Adını bilecektim
sadece. Dandik bir sinema sitesinden bana en yakın sinemayı seçecek, en uygun
saati bulacak, kendimi salona atacaktım ve tabi ki bu spontane hayat akışında
bile bir 5 dakika duracaktım çünkü tabi 16 liralık bilet engelini geçmem
gerekecekti. Bunların hepsini yaptım ve adının Blue Jasmine olmasından başka
hiç bir bilgiye sahip olmadığım bu filme girdim.
Filmi kendime başlangıç noktası olarak belirledim. Bu yazıda
anlatacaklarım kabaca filmin öyküsünü anlatmaktan daha derin olacak. Bu yazımda
yapmak istediğim şey, filme yüzeysel bakmaktansa, senaryoyu temel aldığı
ideolojiyi inceleyerek anlatmak. Bu filmi benim için önemli yapan şey,
renklerin uyumu ya da görüntülerin akıcılığı değil. Hikâyesi ve altında
yatanlar.
Manhattan aşkıyla ömrüne ömür katan Woody Allen’ın yaşadığı
şehrin sosyo-kültürel yapısına eleştirel bakma zamanı gelmişti. Woody Allen,
Manhattan’ın yüksek sosyete, entellektüel geçinen yapısına bazen küçük bazen
tekme tokat eleştiriler yağdırmıştır, fakat bunu hiçbir zaman tüm bir filme
yaymamıştı. Bu yazımda Blue Jasmin filminin hikâyesini ele almaktansa, filmin
ideolojisini ve ardında yatan psikolojik nedenleri anlatmaya çalışacağım. Zira,
çok sayıda ürün çıkarmış bir yönetmenin son filmleri çok önemlidir. Bu filmler
ticari kaygıdan yoksun ve tecrübenin elinin kiri haline geldiği filmlerdir.
Gişe kaygısını en az seviyede tuttuğunuzda ortaya çıkan şey saf ve temiz kalmayı
başarabilen "fikir"dir.
Film, toplumu iki kesime ayırmakla başlıyor. Burada sakallı
amcamız Marx’ın yaptığı ayrım oldukça işimize yarayabilir. Woody, Karl Marx’ın
yaptığı gibi, toplumu ikiye ayırıyor. Üretim araçlarını elinde bulunduran
burjuvazi ve bu üretim gücü altında kendi emeğini satışa sunan proletarya.
Politik ideolojiler dersi alan bir öğrenci olarak, tonlarca sayfa okumak
yerine, bu iki sınıfın 2013 yılındaki
versiyonuna ulaşmak için yapılacak en iyi şey Blue Jasmine’i izlemekmiş.
Nereden bilebilirdim ki?!
Hikâyemizin özneleri;
Burjuva sınıfını temsil eden ve cildinin güzelliğinden (botox) (gece-gündüz kremleri)
de anlaşılacağı gibi Cate Blanchett ve eşi ve konken partisi ahbapları
İşçi
sınıfının temsilcileri ise, Cate Blanchett’ın yani Jasmine’in kız kardeşi
Ginger ve eşi ve sevgilisi ve sevgilisini aldattığı muslukçu ve evli adam.
Bu iki kardeş farklı iki anneden doğmuş ve aynı aileye
evlatlık verilmiştir. Bu noktada anlaşılması gereken şey şudur: Aynı şartlar altında
büyüyen iki farklı birey, zaman-hayat düzleminde yolları ve sınıfları
ayrıldıkça farklılaşan iki kişi olabilirler. Film bu anlamda zengin olmak için
zengin doğmak gerek sözüne karşı gelen bir hikâye sunar bize. Başka bir açıdan
da yetişme tarzının insan psikolojisini şekillendirmede etkisizliğini anlatır.
Bunlar çok ağır iddialar olmakla birlikte, bir hikâyeyi tanımlarken ne kadar
farklı yöne çekebileceğimize de bize gösteriyor. Bu iki farklı karakter
hayatlarının birleştiği noktada, ki bu
nokta sınıf farkının ortadan kalktığı nokta oluyor, birbirlerine sadece
beraber yaşamanın verdiği ortak geçmiş nedeniyle nasıl bağlı kaldıklarını
anlatıyor. Tüm bu karmaşıklık içinde filmin hikâyesini kısmen anlatmak,
yazdıklarımın oturmasına yardımcı olacaktır diye düşünüyorum.
Cate ve borsa zengini kocası New York’un göbeğinde lüküs
hayat yaşamaktadırlar.
New York’ta bir apartman, yoksa eğer halin yaman, nikel kübik
mobilyalar, duvarda yağlı boyalar.
Cate kapitalizmin tepesinde oksijenden başı dönmüş şekilde
ayaklarını aşağı sarkıtıp hangi mücevheri edinsemin derdindedir. Bu sınıf
üstünlüğü artı burnu yukardalık sonucunda, insan hayatını yıkıp geçebilecek
psikolojik sorunları en pahalı çantasının içine koyup orada muhafaza eder. Bu
sorunlar o çantadan gerek olmadıkça çıkmayacaktır. Ta ki kocasının kendisini
aldattığını fark etmeyi isteyene kadar. Bu kalıp bir cümle kurmamın sebebi
ise, Cate çoğu kez kocasının onu aldattığından şüphelenmiş, şüphelerinde haksız
olmadığını anlasa da yaşadığı hayatı bırakmak istemediği için buna göz
yummuştur. En yakın arkadaşım dediği kişiden bunu birebir duyana kadar da
gittiği kadar yolu var demiştir ve çantasından Xanax kutusunu çıkarıp yerine
gururunu koymuş ve kapağı kapatmıştır.
Cate’in kardeşi Ginger tam tersi kişiliğe sahip olmakla birlikte,
sınıfsal olarak da Jasmine’den birkaç kat aşağıda oturmaktadır. Yaşadığı hayat,
genç yaşta sahip olduğu 2 çocuk, büyük aşkla Vegas’ta evlenip ve aynı hızla
boşandığı bir koca. Materyal hayata karşı sadece en minimum seviyede özenme
hissiyle birlikte, Ginger küçük mutluluklarla yaşamayı öğrenmiş, izlerken
üzüldüğünüz ama yaşama sevincine ve biraz da saf salaklığına dayanarak
gülümseten bir karakter.
Zengin koca bulan
kadının, sosyete, cemiyet hayatı, Channel ve Dior dolu bir dolap
vs. iki çocuk geçim derdiyle, minimum entellektüel birikimle düşünmeme ve
anı yaşamaya yatkın birey. Filmde gördüğümüz karakter çarpışması işte bu
iki farklı uç üzerinedir. Allah gecinden versin bir ayağı çukura girmeye yakın
Woody Allen, toplumsal sorunları artık filmlerinin odak noktası yapmaya karar
vermiştir. Belki de çoğu filminde alttan alta verdiği bu fikir artık filmin
çatısını oluşturacak kadar önemlidir. Dünyada baskın güç olan kapitalist yaşam
biçiminin insanlarda yarattığı kabullenmişlik belki de benim olduğu kadar Woody’nin
de canını sıkmaktadır.
Bu noktada yine düşüncelere dalacağım ve filmden ilk
çıktığımda aklımda pelesenk atan bir düşünceyi paylaşacağım sizinle. Filmlere
toplumsal ve kültürel hayatın yansıması olarak bakmaya başladığım günden beri
benim için önemli olan hep filmin hikâyesi olmuştu. Yani senaryo. Bunun
sonucunda da, yazar her zaman yönetmenden daha önemli bir özne haline gelmişti.
Fakat bu görüşüm zaman içinde değişti. Yönetmenin önemini kavramaya başlamamı
sağlayan Woody Allen olmasa da bu filmiyle kendisini takdir etmemi sağladı.
Fakat aklıma takılan ve beni kıskançlıktan kudurtan o soru hala kafamdaydı. Nasıl oluyordu da, basit ve yalın tek
bir fikirden, ortaya 90 dakikalık bir şaheser çıkıyordu? Ben de kapitalizm öğk kaka, insanlar arasında bu
kadar büyük gelir farkı olmamalı hımm diyordum. Woody Allen da aynı fikirle
çıkıyordu yola. Üstelik bu fikri kalkıp aynı ailede olan ama farklı olduğunu
anlatmak için üvey iki kardeşe yüklediği hikâyelerle anlatma becerisine
sahipti. Aynı anda birçok farklı sosyolojik ve psikolojik teze hem katkıda
bulunuyor hem de onlara karşı çıkıyordu. Bunun için sadece bu fikri yazmak,
senaryolaştırmak da yeterli değildi üstelik. İşte yönetmen olabilmek, oyuncuları yönetebilmektense bir fikri
yönetebilmek anlamına geliyordu. Anlatmak istediğiniz fikri ne kadar iyi
yönetebiliyorsanız o kadar iyi kurguluyordunuz oyunu.
Tekrar filme dönmek gerekirse, Jasmin’in aldatıldığını
kendine itiraf ettikten hemen sonra yaşadığı maddi ve manevi çöküşün
anlatımında ise sadece senaryoya ve yönetmene özgü yağdırmak yetmeyecek. Cate
Blanchett’in sergilediği oyunculuk ağzı açık bırakacak cinsten. Uzun zamandır Woody Allen’ın teklifini bekleyen oyuncu, eline geçirdiği fırsatı en iyi
şekilde değerlendirmiş görünüyor. Lüks yaşamı bırakıp kardeşinin yanına
yerleşen Jasmine’in yaşadığı sınıfsal jetlagi, adeta Cate’in çıkık elmacık
kemiklerinde izliyoruz. 5 parasız kaldıktan sonra kız kardeşinin evine......
ah! unuttum. Hikâyeyi detaylı olarak öğrenmek isteyenler için film hala
vizyonda. Kaçırmayın derim. Kızlı erkekli iyi seyirler dilerim.
Deniz Gül
Ben ise filme, en sevdiğim iki oyuncu; Alec Baldwin ile Cate Blanchett ve Woddy Allen için gitmiştim. Karl Marx yorumuna taparken, film sırasında aynı şeyi düşündüğümü ve belirtmek isterim. (Yalan değil, gerçek.) Aradaki minik espriler, Alec ve Cate'in oyunculukları ve Alec Baldwin'in bazı bazı karizmatik ama paytak yürüyüşleri ile deliye dönen ben, yazına da filme de bayıldım.
YanıtlaSilGülümsememi görmeni isterdim aslı. Çok teşekkür ederim.
SilNot: Söylediğin her harfin doğruluğundan bir saniye bile şüphe duymam!
ZATEN İZLİCEKTİM Kİ :,)
YanıtlaSilVİZYONDAN KALKTIKTAN SONRA MI?! telaşlanmaya gerek yok ama neyse ki internet bir deniz bir hülya, içinde tüm çakallıkları bulunduran. istemek izlemenin yarısıdır hem. :)
SilNe kadar hoş bir yazı yazmışsın, keyifle okudum.
YanıtlaSilZaten hr Woody Allen filminde ilişkiler ekran koruyucu altında iyi bir toplum eleştirisi yatar.
Seviyorum bu adamı!
Teşekkür ederim yorumun için :]
Sil