2 Ocak 2014

Kış Kafası

Deniz Gül
Cinema May Kill, Fashion May Kill yerine yazdı.

Her yazarın konusunun birbiriyle değişeceği yılbaşı özel çekilişi yapılırken, ben en eski dilek dileme ritüelini yerine getiriyordum. İçimden söylediğim başlık, bana sinemadan sonra en yakın gelendi. Fashion.. fashion.. noolur fashion.. Geçici bir süreyle tahtına oturduğum Bmigo, sinemadan sonra beni internetin ya da dergilerin içinde boğulurken görebileceğiniz konunun yazarıydı. Her yazısını ben olsam ne yapardımlarla süsleyerek okuduğum köşeye yazma sırası da artık bendeydi.

Fakat moda bilgisi annesinin peşinde mağaza mağaza gezerken “yeri iyi” olan kumaşın kaliteli olduğunu düşünerek başlayan birinden çok da teknik bilgi beklememek gerek. Sonuçta likralı kumaş rahat, yün kazak sıcak, fanila şart kalıplarıyla bezeli bir dolap geçmişimiz var. Genel geçer moda tabirlerine oldukça uzak ben, Bmigo’nun bazen yaptığının aksine Naomi Campbell walk defileleri yorumlamaktan kaçındım. Çünkü kumaş kalitesiyle ilgili teknik bilgim gibi defile anlayışım da kabinler doluyken mağazanın ortasında üstü çıkarılan çocukları izlemekten öteye gitmiyordu. Fakat zaman içinde gelişen estetik yargım üstüme giydiklerime de sıçradı. Zaman içinde cüzdanımın şişikliğindeki artışın da gelecekte estetik yargımla arkadaş olacağını düşünüyorum.

Gelir düzeyimin ince bir çizgi üstünde ilerlediği günlerde bile almak isteğimin duramayışı daha derin bir konu sanırım. Biraz geriye gidersem, “Daha çok!” tatminsizliği ilk defa kendini alışveriş konusunda gösterdi. 22 yıllık durmak bilmeyen alışveriş hayatımda ilk defa bu yıl “evet bu yıl bir eksiğim yok aslında o zaman alışveriş yapmıyorum!” diyerek nefsimi tutmaya karar verdim. Çoğu yazımda kullandığım kalıp bir cümleyi bir daha tekrarlayacağım. Özellikle herhangi bir şeye karşı en azından teoride benimsediğim “yeterlilik” ya da “tamah” teması alışverişe olan doyumsuzluğum yüzünden pratikte sınıfta kalıyordu. Beni, “kendinle çelişiyorsun işte bak!” cümleleri karşısında çıplak bırakıyordu. Oysaki ben üstümdekileri çok seviyordum. Bütün bu sebeplerden ötürü güncele bakıp dışarıya açılmaktansa dolabıma bakıp içime dönmeye karar verdim.

Bu karardan hemen sonra keşke sadece içime dönebilseydim dediğim bir an yaşadım. Ben dolabımın içinde boğulabiliyordum ama siz de girdaba yakalanıp boğulmamalıydınız. Bu kadar kişisel, öznel bir konuyu tabii ki genelin beğenisine açmayacaktım. Fakat yine kendimle çelişiyordum. Aslında zevkler ve renkler tartışılıyor muydu? Bu sorunun hayır cevabını alamadığı tek konu moda olmalı. Ne kadar zevkleri ya da renkleri tartışmasak da hepimizin kafasında oluşan “şıklık”, bir anda özneli genele çeviriyor. Sonuç olarak bu yazıda ben bu kış bunları bunları giydim bakın demenin kolay bir yolu yoktu. Üstelik bu riskli fikir için bende olmayan birçok teknik problem vardı. Oysaki kıyafetler askıdayken ne güzel duruyorlardı. Onları üstüme alıp yolda yürürken sorun yoktu fakat fotoğraf makinesinin karşısına geçip modellik yapmak benim yapamayacağım bir şeydi. Poz verme konusunu bir şekilde halledebilirdim fakat duruş bakış gözler ağız saçlar kombinasyonunu halletmek için 22 yıl geç kalmıştım. Benim yerime geçen yüz, biraz da üstüme giydiğim her farklı kıyafette değişen ruh halimi anlatsın istedim. Kendi yüzümü değiştirme yüzsüzlüğünü de ancak böyle bir sebeple yapabilirdim.  

Hepsinin yanında, bu büyük riske adım atmamın hayırsever bir nedeni de var. Çünkü bu yazının yardım eli uzatması isteğimi bastıramıyorum. Konunun uzmanı olan biri tarafından yapılmış olması fark etmeden, iyi ya da kötü herhangi bir kombinasyona bakarken aklıma gelenler bana dolabımı dolduracağım parçaları seçmemde hep çok yardımcı oldu. Ben de bu kış yaptığım kombinasyonların aynı etkiyi yaratmasını umarak kendi Lookbook’umu yayınlıyorum. Kimseye bir faydası dokunmasa bile sabah kalkıp ne giysem diyerek baktığım bir yerim olur belki.

Dolabın kapağını açıp boş gözlerle içeri bakarken, seçim yaparken,  ilk önce ayakkabıdan başlamanın rahatlığını keşfettim. Çünkü giyilecek ayakkabıya göre pantolon ya da etek \ elbise daha kolay seçiliyor. Bu yüzden eğer bot giyeceksem botun da rengine uygun çorap seçimini yapmak ve sonrasının çorap söküğü halinde gelmesini beklemek doğru bir karar. Son 2 yıldır, yeni alınan kahverengi botlarımla birlikte –tahmin etmek çok zor olmasa gerek- dolaptaki baskın renk de kahverengi. 

Vazgeçemediğim fakat bunun tamamen küçüklükten gelen takıntı olduğunu düşündüğüm renk uyumunu terk etmek istesem de çok zor. Daha da kahverengiye boğulduğum montumu da üstüme almaktan çekinmiyorum. Sanırım farklı renkleri kaynaştırmak benim için yaza özel bir durum. Kışın bende yarattığı etki daha ciddi olduğundan renklerin de tek düze olmasına şaşırmayayım. 


Görüldüğü üzere, kabanların yaka detayları bence önemli, tüylü ya da kürklü detaylar, kabanın kaba kalınlığını yumuşatıyor böylelikle içine giyilen etek ya da gündelik kıyafetten bir tık şık bir parçayla bile kullanılabilir.


Bot ya da çizme giymek istemeyip yine de elbise giymek istediğimde siyaha dönüyorum bu kez. A neden topuklu giymiyorsun sorusuna da demografik şartları öne sürerek cevap veriyorum. Gidilen yer ve zamana göre değişkenlik gösterse de, yazının başında da dediğim gibi, bu yazı bu kış ne giydim sorusuna cevap niteliğinde. Maalesef ben dağın başında okumanın zorluğunu arabasının olmamasıyla harmanlayan bir talihsizlik serüveninde başroldeyim. Bu yüzden giydiğim çoğu kombinasyonda topuk boyum bir elin en uzun parmak boyunu geçmiyor. Tekrar siyaha dönersem;     


Velev ki canım hem bot giymek hem de siyaha dönmek istedi o zaman da şöyle bir seçeneğim var. 


Elbise ya da etek, aylık hormonal duruma göre değişkenlik gösterebildiğinden, çoğunlukla hiç riske atmadan elimizi attığımız ve dünyada hala bazı meclislerde bile –TBMM de olmak üzere- giyilemeyen pantolonlarda sıra. Yere göğe sığamayan boyu uzunlara bol paça pantolonlar tavsiye edilmese de, bu sadece daha uzun görünmemek isteyen uzunlar için geçerli olmalı. Bol paça pantolonlar, bel boyunun dengesi iyi ayarlandığında kısa boylu hanımlarımızı daha uzun göstermekte. Bense başı göğe ermemiş halimle bile şık durduğunu düşündüğüm için bol paça pantolonumu kullanamamazlık edememekteyim. Okuduğum bölümünde dayatmasıyla sunumlara şık gidilmesi gerekliliği bol paça pantolon ve beni blazer ceketlerle buluşturdu. Bu emrivaki hal, 10 yaşından beri değişmeyen suratımın küçük kız çocuğu halini hiçe sayıp yaşıma yaş kattı. Unutmayın küçükler, blazer ceket -29 yaşına kadar- sizi olduğunuzdan büyük göstermektedir.


Ters tarafımdan kalkmışsam ve sarılıp sarmalanmak istiyorsam ama bir yandan da girdiğim hiçbir şekli beğenmiyorsam o zaman 3 sene evvel Zara’dan aldığım montumun içine saklanıyorum. Her türlü şekle giren yakası ve kocaman kapüşonunu zırh eyliyorum kendime… Görüldüğü gibi montumu çıkarsam bile kazağa saklanabilme gücünü her zaman elimde tutarım. 


Renk konusunda kahverengi ve siyah skalasından koptuğumda, bu kış bir de mavi olasım geliyor. Yazı hatırlatan mavi, eğer yağmur bulutları yoksa havada, güneş açacak gibiyse, kış sefaletinden uzaklaştırıyor beni. Mutsuzken giydiğimde sevindirmeyen ama mutluysam 1’e 5 katan bir havaya sahip. Nitekim farkında olmadan verdiğim Clara & Pollyanna pozu demek istediğimi açıklıyor. 


Peki yataktan güzel kalkılmış, vize final sonrasına denk gelen mutlu anlarda ne giymek istiyor olabilir insan? Kim ki üstünde yük taşımak istemeyip koşmaya zıplamaya hazırsa, dertsiz gezmek istiyorsa, gezerken de bu kış gününde elindeki kalın kabanı fırlatıp atma isteği içindedir, işte o kişi deri ceket giyer. Büyük çanta takmaz. Topukluya rağbet etmez. Aynı benim yaptığım gibi. Fakat üşüyecek gibiyse ve pimpirikliyse kendisini atkı kullanımıyla ve şal kullanımıyla ilgili bilgi dolu videoya yönlendiriyorum. 


                         


2013 yılını bana hatırlatacak birçok anı var kafamda. Yediklerimin, şehirlerin, insanların çoğu kokularla özdeşleşti bile fakat yıllar sonra gördüğüm bir parça kumaş da bana 2013’ü hatırlatacak kadar güçlü. Bu yıl giymeyi en sevdiğim parça içindeki renkleri tarif edemeyecek cahilliğimle çok güzel taşıdığım[ı düşündüğüm] ceketim. 


Üzerimdekileri çıkarıp belki başka bir yazıya konu olacak “evlik kıyafetlerimle” sonuç kısmına geliyorum üzülerek. İlk aldığımda onca özenle dolapta yer edinen kıyafetlerimin bazıları şimdi görüş yasağı altında sadece evde giyilir başlığı altında yatıyor. Bazıları ne çekti ne de üzerinde çıkmayan minik çamaşır suyu lekesi var. Sapasağlam olsalar bile sadece 4 duvar arasında giyilmeyi bekler hale geldiler. Neden bunları dışarıda giymiyorum sorusu da cevabı çok taraflı sorulardan fakat yenisini alma ihtiyacı bu soruya yanıtlardan biri. “Daha çok” isteğimizin alışverişle bağlantısını giydiklerimizin ruh halini etkileme gücüne bağlıyorum. İyi hissetmek çoğu zaman dış etkenlere bağlı gelişen olaylara bağımlı kalsa da kendimizi doğrudan iyi hissetmeye ittiğimiz yegane olay üstümüzdekiler. Hurca koyup kaldırdıklarımız gelecek kışa hazır bekleyen mutluluk kapsülleri aslında. Hatta bu hal mutluluğu satın alamamak sözünü bir nebze çürütüyor.


Yeni sezonda yeni mutluluklar hepinize. 


2 yorum:

  1. Kış Kafası'ndaki kafa çok iyi. :)

    YanıtlaSil
  2. Kombinlere daha renkli parçalarla farklı bir hava katabilirdin diye düşünüyorum, şal olsun takı olsun. Kış Kafası olduğu için belki kaşkoldur, beredir, atkıdır bunlar da eklenebilirdi belki :) Genel anlamda yazım biçimini ve üslubunu çok beğeniyorum, Fashion May Kill için oldukça samimi bir yazı yazmışsın, ellerine sağlık :)

    YanıtlaSil

.