Deniz Gül
Cinema May Kill, Fashion May Kill yerine yazdı.
Her yazarın
konusunun birbiriyle değişeceği yılbaşı özel çekilişi yapılırken, ben en eski
dilek dileme ritüelini yerine getiriyordum. İçimden söylediğim başlık, bana
sinemadan sonra en yakın gelendi. Fashion.. fashion.. noolur fashion.. Geçici
bir süreyle tahtına oturduğum Bmigo, sinemadan sonra beni internetin ya da
dergilerin içinde boğulurken görebileceğiniz konunun yazarıydı. Her yazısını
ben olsam ne yapardımlarla süsleyerek okuduğum köşeye yazma sırası da artık
bendeydi.
Fakat moda
bilgisi annesinin peşinde mağaza mağaza gezerken “yeri iyi” olan kumaşın
kaliteli olduğunu düşünerek başlayan birinden çok da teknik bilgi beklememek
gerek. Sonuçta likralı kumaş rahat, yün kazak sıcak, fanila şart kalıplarıyla
bezeli bir dolap geçmişimiz var. Genel geçer moda tabirlerine oldukça uzak ben,
Bmigo’nun bazen yaptığının aksine Naomi Campbell
walk defileleri yorumlamaktan kaçındım. Çünkü kumaş kalitesiyle ilgili
teknik bilgim gibi defile anlayışım da kabinler doluyken mağazanın ortasında
üstü çıkarılan çocukları izlemekten öteye gitmiyordu. Fakat zaman içinde
gelişen estetik yargım üstüme giydiklerime de sıçradı. Zaman içinde cüzdanımın
şişikliğindeki artışın da gelecekte estetik yargımla arkadaş olacağını
düşünüyorum.
Gelir
düzeyimin ince bir çizgi üstünde ilerlediği günlerde bile almak isteğimin
duramayışı daha derin bir konu sanırım. Biraz geriye gidersem, “Daha çok!”
tatminsizliği ilk defa kendini alışveriş konusunda gösterdi. 22 yıllık durmak
bilmeyen alışveriş hayatımda ilk defa bu yıl “evet bu yıl bir eksiğim yok
aslında o zaman alışveriş yapmıyorum!” diyerek nefsimi tutmaya karar verdim. Çoğu
yazımda kullandığım kalıp bir cümleyi bir daha tekrarlayacağım. Özellikle
herhangi bir şeye karşı en azından teoride benimsediğim “yeterlilik” ya da
“tamah” teması alışverişe olan doyumsuzluğum yüzünden pratikte sınıfta
kalıyordu. Beni, “kendinle çelişiyorsun işte bak!” cümleleri karşısında çıplak
bırakıyordu. Oysaki ben üstümdekileri çok seviyordum. Bütün bu sebeplerden
ötürü güncele bakıp dışarıya açılmaktansa dolabıma bakıp içime dönmeye karar
verdim.
Bu karardan
hemen sonra keşke sadece içime dönebilseydim dediğim bir an yaşadım. Ben
dolabımın içinde boğulabiliyordum ama siz de girdaba yakalanıp
boğulmamalıydınız. Bu kadar kişisel, öznel bir konuyu tabii ki genelin beğenisine
açmayacaktım. Fakat yine kendimle çelişiyordum. Aslında zevkler ve renkler
tartışılıyor muydu? Bu sorunun hayır cevabını alamadığı tek konu moda olmalı.
Ne kadar zevkleri ya da renkleri tartışmasak da hepimizin kafasında oluşan
“şıklık”, bir anda özneli genele çeviriyor. Sonuç olarak bu yazıda ben bu kış
bunları bunları giydim bakın demenin kolay bir yolu yoktu. Üstelik bu riskli
fikir için bende olmayan birçok teknik problem vardı. Oysaki kıyafetler askıdayken
ne güzel duruyorlardı. Onları üstüme alıp yolda yürürken sorun yoktu fakat
fotoğraf makinesinin karşısına geçip modellik yapmak benim yapamayacağım bir
şeydi. Poz verme konusunu bir şekilde halledebilirdim fakat duruş bakış gözler
ağız saçlar kombinasyonunu halletmek için 22 yıl geç kalmıştım. Benim yerime
geçen yüz, biraz da üstüme giydiğim her farklı kıyafette değişen ruh halimi
anlatsın istedim. Kendi yüzümü değiştirme yüzsüzlüğünü de ancak böyle bir
sebeple yapabilirdim.
Hepsinin
yanında, bu büyük riske adım atmamın hayırsever bir nedeni de var. Çünkü bu
yazının yardım eli uzatması isteğimi bastıramıyorum. Konunun uzmanı olan biri
tarafından yapılmış olması fark etmeden, iyi ya da kötü herhangi bir
kombinasyona bakarken aklıma gelenler bana dolabımı dolduracağım parçaları
seçmemde hep çok yardımcı oldu. Ben de bu kış yaptığım kombinasyonların aynı etkiyi
yaratmasını umarak kendi Lookbook’umu yayınlıyorum. Kimseye bir faydası
dokunmasa bile sabah kalkıp ne giysem diyerek baktığım bir yerim olur belki.
Dolabın
kapağını açıp boş gözlerle içeri bakarken, seçim yaparken, ilk önce ayakkabıdan başlamanın rahatlığını
keşfettim. Çünkü giyilecek ayakkabıya göre pantolon ya da etek \ elbise daha
kolay seçiliyor. Bu yüzden eğer bot giyeceksem botun da rengine uygun çorap
seçimini yapmak ve sonrasının çorap söküğü halinde gelmesini beklemek doğru bir
karar. Son 2 yıldır, yeni alınan kahverengi botlarımla birlikte –tahmin etmek
çok zor olmasa gerek- dolaptaki baskın renk de kahverengi.
Vazgeçemediğim
fakat bunun tamamen küçüklükten gelen takıntı olduğunu düşündüğüm renk uyumunu
terk etmek istesem de çok zor. Daha da kahverengiye boğulduğum montumu da
üstüme almaktan çekinmiyorum. Sanırım farklı renkleri kaynaştırmak benim için
yaza özel bir durum. Kışın bende yarattığı etki daha ciddi olduğundan renklerin
de tek düze olmasına şaşırmayayım.
Görüldüğü üzere,
kabanların yaka detayları bence önemli, tüylü ya da kürklü detaylar, kabanın
kaba kalınlığını yumuşatıyor böylelikle içine giyilen etek ya da gündelik
kıyafetten bir tık şık bir parçayla bile kullanılabilir.
Bot ya da
çizme giymek istemeyip yine de elbise giymek istediğimde siyaha dönüyorum bu
kez. A neden topuklu giymiyorsun sorusuna da demografik şartları öne sürerek
cevap veriyorum. Gidilen yer ve zamana göre değişkenlik gösterse de, yazının
başında da dediğim gibi, bu yazı bu kış ne giydim sorusuna cevap niteliğinde.
Maalesef ben dağın başında okumanın zorluğunu arabasının olmamasıyla
harmanlayan bir talihsizlik serüveninde başroldeyim. Bu yüzden giydiğim çoğu
kombinasyonda topuk boyum bir elin en uzun parmak boyunu geçmiyor. Tekrar
siyaha dönersem;
Velev ki
canım hem bot giymek hem de siyaha dönmek istedi o zaman da şöyle bir seçeneğim
var.
Elbise ya da
etek, aylık hormonal duruma göre değişkenlik gösterebildiğinden, çoğunlukla hiç
riske atmadan elimizi attığımız ve dünyada hala bazı meclislerde bile –TBMM de
olmak üzere- giyilemeyen pantolonlarda sıra. Yere göğe sığamayan boyu uzunlara
bol paça pantolonlar tavsiye edilmese de, bu sadece daha uzun görünmemek
isteyen uzunlar için geçerli olmalı. Bol paça pantolonlar, bel boyunun dengesi
iyi ayarlandığında kısa boylu hanımlarımızı daha uzun göstermekte. Bense başı
göğe ermemiş halimle bile şık durduğunu düşündüğüm için bol paça pantolonumu
kullanamamazlık edememekteyim. Okuduğum bölümünde dayatmasıyla sunumlara şık
gidilmesi gerekliliği bol paça pantolon ve beni blazer ceketlerle buluşturdu.
Bu emrivaki hal, 10 yaşından beri değişmeyen suratımın küçük kız çocuğu halini
hiçe sayıp yaşıma yaş kattı. Unutmayın küçükler, blazer ceket -29 yaşına kadar-
sizi olduğunuzdan büyük göstermektedir.
Ters
tarafımdan kalkmışsam ve sarılıp sarmalanmak istiyorsam ama bir yandan da
girdiğim hiçbir şekli beğenmiyorsam o zaman 3 sene evvel Zara’dan aldığım
montumun içine saklanıyorum. Her türlü şekle giren yakası ve kocaman kapüşonunu
zırh eyliyorum kendime… Görüldüğü gibi montumu çıkarsam bile kazağa
saklanabilme gücünü her zaman elimde tutarım.
Renk
konusunda kahverengi ve siyah skalasından koptuğumda, bu kış bir de mavi olasım
geliyor. Yazı hatırlatan mavi, eğer yağmur bulutları yoksa havada, güneş açacak
gibiyse, kış sefaletinden uzaklaştırıyor beni. Mutsuzken giydiğimde
sevindirmeyen ama mutluysam 1’e 5 katan bir havaya sahip. Nitekim farkında
olmadan verdiğim Clara & Pollyanna pozu demek istediğimi açıklıyor.
Peki
yataktan güzel kalkılmış, vize final sonrasına denk gelen mutlu anlarda ne
giymek istiyor olabilir insan? Kim ki üstünde yük taşımak istemeyip koşmaya
zıplamaya hazırsa, dertsiz gezmek istiyorsa, gezerken de bu kış gününde
elindeki kalın kabanı fırlatıp atma isteği içindedir, işte o kişi deri ceket
giyer. Büyük çanta takmaz. Topukluya rağbet etmez. Aynı benim yaptığım gibi.
Fakat üşüyecek gibiyse ve pimpirikliyse kendisini atkı kullanımıyla ve şal
kullanımıyla ilgili bilgi dolu videoya yönlendiriyorum.
2013 yılını
bana hatırlatacak birçok anı var kafamda. Yediklerimin, şehirlerin, insanların
çoğu kokularla özdeşleşti bile fakat yıllar sonra gördüğüm bir parça kumaş da
bana 2013’ü hatırlatacak kadar güçlü. Bu yıl giymeyi en sevdiğim parça içindeki
renkleri tarif edemeyecek cahilliğimle çok güzel taşıdığım[ı düşündüğüm]
ceketim.
Üzerimdekileri
çıkarıp belki başka bir yazıya konu olacak “evlik kıyafetlerimle” sonuç kısmına
geliyorum üzülerek. İlk aldığımda onca özenle dolapta yer edinen kıyafetlerimin
bazıları şimdi görüş yasağı altında sadece evde giyilir başlığı altında
yatıyor. Bazıları ne çekti ne de üzerinde çıkmayan minik çamaşır suyu lekesi
var. Sapasağlam olsalar bile sadece 4 duvar arasında giyilmeyi bekler hale
geldiler. Neden bunları dışarıda giymiyorum sorusu da cevabı çok taraflı
sorulardan fakat yenisini alma ihtiyacı bu soruya yanıtlardan biri. “Daha çok”
isteğimizin alışverişle bağlantısını giydiklerimizin ruh halini etkileme gücüne
bağlıyorum. İyi hissetmek çoğu zaman dış etkenlere bağlı gelişen olaylara
bağımlı kalsa da kendimizi doğrudan iyi hissetmeye ittiğimiz yegane olay
üstümüzdekiler. Hurca koyup kaldırdıklarımız gelecek kışa hazır bekleyen
mutluluk kapsülleri aslında. Hatta bu hal mutluluğu satın alamamak sözünü bir
nebze çürütüyor.
Yeni sezonda
yeni mutluluklar hepinize.
Kış Kafası'ndaki kafa çok iyi. :)
YanıtlaSilKombinlere daha renkli parçalarla farklı bir hava katabilirdin diye düşünüyorum, şal olsun takı olsun. Kış Kafası olduğu için belki kaşkoldur, beredir, atkıdır bunlar da eklenebilirdi belki :) Genel anlamda yazım biçimini ve üslubunu çok beğeniyorum, Fashion May Kill için oldukça samimi bir yazı yazmışsın, ellerine sağlık :)
YanıtlaSil