3 Ocak 2014

Bir Amerikan Klasiği: Broadway

Gözde Sarıhan 
Indie May Kill, Art May Kill yerine yazdı.

Bmigo: Secret Santa'da en çok neyi istiyorsun?
Ben: Ay Cinema May Kill çıksa olur, bu ara güzel filmler izledim. Artık birinin Coen Kardeşler'i de yazması gerek hem.
Bmigo: Ay bana Indie çıkarsa Imagine Dragons'u yazarım yalnız şimdiden söyleyeyim. Asıl Life çıkarsa ne yaparız?
Ben: Aaaaaa... Ölürüm ben Life çıkarsa bana; hiç güzel hikayem yok. Ya Art çıkarsa? Ne yazarım hiç bilmiyorum. Of Art çıkmaz inşallah...
Bmigo: Ben akımları yazarım Art çıkarsa; bir ara merak salmıştım onlara Bilsem'e giderken; kübizm vs birkaç bir şey yazarım yani.
Ben: Ay ne güzel işte. Umarım Art çıkmaz; MBO'dan sonra Art yazmak çok zorlu olur hatun tiyatrolardan çıkmıyor nitekim. Ben ise bu ara sadece Gossip Girl izliyorum.

Bu hafta burada karşınıza çıkmamda en büyük etkiye sahip evrene gönderdiğim mesajı okudunuz az önce sayın okuyucular. Art May Kill köşesini sevmediğimden değil “art” kavramının bende oluşturduğu engin denizden korktuğumdan blog içinde yılbaşı dolayısıyla yaptığımız modifiye Secret Santa'dan bana Art May Kill çıkmasını istemiyordum. Lakin çok değerli Ökalp bana geldi gitti Art'ı seçti. Olsun onun o minik ellerinden öpüyorum ve saltanatımın sadece bir hafta süreceği Art May Kill'den selamlıyorum...

Merhaba...

Beni tanıyan herkes az çok nelere hayranlık beslediğimi bilir. En başta Jeff Buckley ve Jason Mraz mesela. Bu aralar her yere parafını attığım Günseli Ediz yani Oğuz Atay karakteri mesela. Çok yakınlarımın daha iyi bildiği ama bir çok insanın da öğrendiğinde çok şaşırmadıkları bir ilgi alanım da var ki: Broadway Müzikalleri. Bir gün New York'a adım atarsam gideceğim ilk yer işte o meşhur Broadway Street.



Şuranın güzelliğine bakar mısınız? Cıvıl cıvıl. Ah, orada olmak vardı. Her neyse NYC hayallerimi size aktarmanın yeri değil. Broadway müzikallerine hayranlığım NYC'e gitmek istemem için başlı başına bir sebep. Sahne sanatları konusunda acayip bilgilere sahip değilim ama tiyatro mesela; onun tadını sinemadan alamam. Canlı canlı karşındalar bir kere; insanın yetenek denen olayına gerçekten orada inanıyorsun. Kamera karşısında hata yapmak neredeyse imkansız; çünkü değiştirme imkanı varken sahnede belki de bininci defa oynanan oyundan sıkılmadan ve hiçbir cümleyi atlamadan -atlasa bile çaktırmadan atlayan- seyirci karşısına koymak bence fazlasıyla emek, özveri ve disiplin ve diğer bir sürü ciddi şeyi gerektirir. Broadway müzikallerinin ya da daha geniş bir deyişle müzikallerin tiyatrodan pek bir farkı yok; üstelik daha zorlayıcı bir yanı var ki o da müzik. Sesin güzel olacak bir kere; aktörlüğün iyi olması yetmiyor bir yerden sonra. Koreografi var sonrasında; on - yirmi kişi bir arada aynı anda aynı hareketleri yapıyorlar. Hem de o anda canlı bir şekilde şarkı söylerken. Bir de o enerji bitmeden hiçbir repliği kaçırmadan oyuna da devam ediyorlar. Velhasıl kelam bayağı zor bir iş bu müzikal işi. En iyi emsalleri ise Broadway'de olduğundan müzikal deyince akıllara ilk Broadway geliyor. Öyle ki bazı Broadway aktörleri o kadar başarılı olmuşlar ki zamanlarında daha sonra Hollywood'a transfer olmuşlar. Mesela Tony ödüllü Hugh Jackman, mesela erkeklerin kahramanı Barney Stinson yani Neil Patrick Harris, mesela Newsroom dizisinin genç yeteneği John Gallagher Jr. Sizin tanıyacağınız bir örnek daha How I Met Your Mother'ın nihayet tanıştığımız annesi de Broadway çıkışlı bir aktrist aslında.


Sevdiğim bir konuyu yazarken kendimi kaptırıyorum sayın Art May Kill okuyucuları; o yüzden konuyu lastik gibi uzattığım, laçkalaştırdığım an durdurun beni. Yazımın önünü alamazsınız yoksa.

Peki benim bu müzikal aşkım nereden başlıyor? Günün birinden elime bir dvd geçer: Funny Girl. 1964'te Broadway sahnesinde Barbra Streisand başrolüyle sahnelenen oyunun yine aynı aktristle çekilmiş film versiyonu. Ben hayatımda bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum, arkadaşlar. Barbra'nın mükemmel yeteneği miydi yoksa o güzel sesi miydi beni etkileyen-mutlu eden ama bir şekilde filmden kopamadım. Daha sonrasında Glee dizisinin baş karakteri Rachel Berry de bir Barbra hayranı olarak Don't Rain on My Parade'i seslendirince, diziye de aşık olmakla beraber müzikal yolculuğuma başlamaya karar verdim. Ardından binlerce olmasa da çoğu müzikali bulabildiğim şekilde izlemeye başladım. Keşke bir de canlı izleyebilsem... Gerçi geçtiğimiz yıldan bu yana Broadway şovları tur kapsamında ülkemize gelmeye başladı ama hepsi benim için o kadar sıkıntılı zamanlara denk geldi ki ne We Will Rock You'ya ne Jersey Boys'a gidebildim. Evet bu satırları yazarken bu acım aklıma geldi ve ağlamaya başladım. Klavyeme dökülen gözyaşlarının silip geliyorum.



                       

Müzikallerden seçmeler:

Son birkaç yıldır Broadway'in ve diğer ülke müzikallerinde müzisyenlerin etkisini de görmekteyiz. Sanırım ilk başta We Will Rock You ile başladı her şey. Queen şarkılarından oluşan bir müzikal düşünün. Ve şarkıları da öyle cover band falan söylemiyor bildiğin müzikallere gönül vermiş yetenekli insanlar söylüyor. Tamam bir Freddie Mercury değil hepsi ama benim gibi Freddie'yi zamanında görememiş insanlar için o ruhu hissetmek bile yeterli oluyor. Daha sonra Broadway'de Green Day çılgınlığı başladı. Biz lisedeyken “punkçıyız yöa”, “life suckz” diye gezerken dinlediğimiz o “American Idiot” albümü yine Green Day solistinin de katkılarıyla Broadway'e taşındı. Kendisini tabi ki izlemek şansına erişemedim ama Youtube'dan vs izlediğim videoları sayesinde de şovun hiç de öyle kötü olmadığına kanısına vardım. Şarkılar zaten bir punk grubu şarkıları olduğundan yeterince enerjik ve ritmik ve bunun yanında bu şarkılar eşliğinde inanılmaz bir görsel şov hayal edin. Ben bir Green Day sever olarak hayal edemiyorum; benim için düşünülebilirin ötesinde bir durum bu. Şunu da eklemeliyim Newsroom'un en sevdiğim karakterini canlandıran John Gallagher JR.'ın da bu denli mükemmel bir Broadway yıldızı olması beni acayip mutlu ediyor.







                        

Bazen bu müzikallerin çok meşhur olup Hollywood'a taşınması fikri biz NYC'ta yaşamayanlar için de iyi bir fırsat. Moulin Rouge olsun Chicago olsun Les Miserables olsun; çoğunu bu sayede izleyebildik. Bunların içinde beni en etkileyen ise Chicago'daki Cell Black Tango parçasıydı. Chicago'yu izleyenleriniz bilir; kadınlar hapishanesine karanlık ama bir o kadar da ilginç bir yolculuğu anlatır film-şov. Sinemada başrollerini Richard Gere, Renee Zellweger ve Catherine Zeta Jones paylaşmıştı. Gerçekten en başarılı filmlerden biri benim için. Cell Black Tango ise 6 kadın müzik eşliğiyle hapishaneye düşme hikayelerini anlatıyorlar. Sakız çiğneyip patlatan kocasını öldürenden tutun bir anda altı karısı ortaya çıkan sevgilisini arsenikle zehirleyen kadınlara uzanan bir şarkı. “Eğer bizim yerimizde olsaydınız, siz de aynı şeyi yapardınız.” diyerek bizi de suçlarına ortak ediyorlar. Şarkının en sevdiğim yeri ise başlangıcındaki  'Pop! Six! Squish! Uh uh, Cicero, lipschitz!' diyerek suçlarını özet geçtikleri kısım. Gerçekten her dinlediğimde ve izlediğimde günlerce evde tekrarlayarak geziyorum.


 

                       


Aynı şekilde bir filmin daha sonra müzikale uyarlanması da söz konusu. Mesela Once. Glen Hansard ile Marketa Irglova'nın mükemmel birleşiminden çıkan “If You Want Me” yi bilmeyeniniz yoktur sanıyorum. İşte bunu sonra almışlar Broadway'e taşımışlar. Amerika'da taşındığı gibi İngiltere'de de sahneye taşımışlar. Müzikleri de konusu da çok güzel olan bu yapımın müzikalini görmek nasip olur mu bilmiyorum ama olmayanlar için filmi izleyebilme gibi bir şansımız var. Ben sanırım dört defa izledim bu filmi, gerçekten çok çok güzel. Tavsiye ederim. How I Met'in Anne’si de bu filmin Broadway yapımında başrolde yer almaktadır ayrıca.





                       
(Anne'nin sesi de bayağı iyi imiş bu arada. Aferin Ted, 9 sezon bekledik ama değdi.)

Gelelim müzikallerin şahına. Gelmiş geçmiş en ama en mükemmel müzikal. Yağlı -jöleli- saçlar, deri ceketler yani GREASE. John Travolta'yı ve Olivia Newton John'u hayatımıza katan mükemmel yapım. Aranızda hala izlememiş olanlar varsa en yakın zamanda açın izleyin. Kaçırılmaması gereken bir yapım Grease. O danslar, o kıyafetler Allah'ım bahsederken bile heyecanlanıyorum. Tabi Travolta'lı halinden sonra binlerce versiyonu yapıldı ve yıllardır Broadway'de sahnelenmeye devam ediyor ama o ilk tadı hiçbir zaman bir daha alamayacakmışım gibi hissediyorum Grease için. Filmin de ikincisi falan çekildi başka aktörlerle ama o da tutmadı. Bu da gösteriyor ki Grease her zaman seyirci için 'ilk ve tek' olacak.





                       


Anlatmak ve yazmak istediğim daha bir sürü müzikal var aslında mesela Abba şarkılarından esinlenerek yapılan Mamma Mia!, Dorothy Oz'un başka bir hikayesinin anlatıldığı Wicked ya da gençlik dürtülerinin anlatıldığı The Spring Awakening, bis Disney klasiği The Lion King ve The Phantom of the Opera, Rock of Ages ve daha bir çokları. Ama hepsini anlatmaya sayfalar sığmaz, şimdi bile buraya kadar geldiyseniz inanılmaz uzun bir yazı okudunuz. Başka bir gün belki yine karşılaşır ve yine müzikallerden konuşuruz.

Umarım siz de bu yazıyı ilk defa sizinle birlikte okuyan MBO da benden memnun kalmışsınızdır. Art May Kill'de bir gün de olsa yazmak benim için çok eğlenceliydi.

Hepinize güzel, müzikli sanatlı sağlık dolu harika bir 2014 diliyorum.

Görüşmek üzere.

5 yorum:

  1. Yazıyı okuya okuya bitiremedim, çok güzel.

    Funny Girl, Chicago ve Grease, Mamma Mia!, The Phantom of the Opera'yı izlemiş birisi olarak, gerçekten çok severek ve isteyerek yazmışsın.

    Cell Block Tango, benim için şimdiye kadar izlediğim en iyi 10 sahne arasındayken sen aldın onu bir basamak daha yukarı çıkardın. If You Want Me'yi izlemedim fakat şarkı o kadar güzeldi ki "neden?" sorusunu sordum durdum kendime.

    Grease'in mükemmelleştirmeden kaçarak mükemmel oluşu hep etkilemiştir beni. Ve son olarak American Idiot'ta insanların üzerinde durduğu platform nasıl güzel düştü öyle.

    YanıtlaSil
  2. Funny Girl'ün fragmanı çok eğlenceliymiş gerçekten izleyesim geldi.

    Ne zamandır aklımda olan Once'ı da şu an indirmeye başladım.

    Baya uzun gibi nasıl okuyacağım yazıyı derken bir anda sonunda buldum kendimi daha da yazsan olurmuş. Eline sağlık.

    YanıtlaSil
  3. Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim.

      Sil
    2. Bu arada bir ekleme yapmak istiyorum Jersey Boys'un ülkemizde gösterilmesinde en büyük etkiye sahip Zorlu Center Şubat ayı için harika bir Broadway showunu daha Türkiye'ye getiriyor. CATS. İstanbul'da olanlar için kaçırılmaması gereken bir etkinlik olacaktır. Benim yerime gidin arkadaşlar lütfen.

      Sil

.