21 Mayıs 2013

Gatsby! The Great Corruption


Filmle ilgili, hikâyeyle ilgili, karakterlerle ilgili bilgi ve detayı minimum seviyede tutarak nasıl film eleştirisi yazılır sorusunu cevapladım. Karakter çözümlemelerine, film hala gösterimde olduğu için, izlemek isteyenlerin kursağında kalmasın diye girişmedim. Genel hatlarıyla yakındığım noktaları döküldüm. Muhteşem Gatsby başlığını filmin sonunda salondan ayrılırken, minik bir dokunuşla ve tabi ki Gatsby ile, muhteşem yozlaşmaya dönüştürdüm. Eminim The Great Gatsby kitabının yazarı Scott Fitzgerald da benim gibi düşünüyor derken kendisiyle karşılaştım.

Oh! Fitzgerald. Seni anlıyorum.1920’leri, Amerikan rüyasının çöküşünü, buna zemin hazırlayan ekonomik sebepleri, kültürel yozlaşmayı, eleştirel bir dille hikâyeleştirip yazmanın ne anlamı olduğunu sorgular gibisin. Kızına yazdığın mektupta şöyle diyorsun; “Yaz! Fakat yazarken ödün vereceğin şeylere hazır ol!” vereceğin ödün Fitzgerald; bu kitabın okunması için içine aşk temasını ustaca yerleştirmek ve beklemek; çünkü bir gün Hollywood gelecek ve senin kitabını sinemaya uyarlayacak, 3D film tekniğiyle, kitabında geçen görkemli partilerde gökyüzünden bin bir çeşit farklı surata yağan konfetilerin illüzyonuna biz de eşlik edebilelim diye ve sadece bunun için, konfetileri daha da uçuşturabilmek için, 12 yerine 22 lira vereceğiz gişede.


Sen her ne kadar yozlaşmayı, yaşadığın ülkeyi ve yaşadığın sistemi anlatmaya çalışsan da, isteyen istediği kısmı ustaca söküp alacak. Çoğu kişi mükemmel aşk hikâyesini, zengin kız fakir oğlan temasını, aşk uğruna ödenen bedelleri, yine aşk için gösterilen fedakârları alıp çıkacak filmden. Sırf aşık olmanın yüceliğiyle “aldatmak” meşru gelecek. Sen o noktada bile elinden düşürmeyeceksin kalemini yazmaya devam edeceksin çünkü, sonunda ayrılan aşıkları anlatmak yerine, toparlamalısın hikayeyi ve çarpmalısın okuyucunun suratına her şeyin, baştan beri sevilen, uğruna ağlanılan her satırın ne kadar yanlış olduğunu. Fakat çok da heveslenmeyeceksin, vermek istediğini almayacak milyonlara sadece aşk romanı hediye ettin metroda okumalık.
Fakat merak etme.
Çoğunluk kendi ironisi içinde azınlığı da yaratacak,
Filmden çıkanların bazıları da aydınlanacak, anlayış kıtlığına veryansın edecek fakat
Diyecekler ki,
Var birileri.
Benim gibi düşünen.


Uyarlama senaryoların sıkıntısı kitabı da eleştirmeden filme dokundurabilmek, Fitzgerald’la konuşmadan giriş yapmak çok zor. Fakat şu an asıl konuşulması gereken kişi, Baz Luhrmann.
Moulin Rouge, Romeo + Juliet gibi filmlerini de yöneten kişi. Dönem filmleri obsesifliği olduğu tüme varımını yaptık sayıyorum. Moulin Rouge’da ustalaşmak istediği çekim tekniği olan, geniş alanın gösterimi ardından hızla ilerleyerek, uçarcasına, verilmek istenen detaya doğru zoom adını verdiğim tekniği bolca görüyoruz Gatsby’de de. Bu çekimlerin bolluğu rahatsız etmiyor fakat filmin odak noktasını sürekli değiştiriyor. Bu tip çekimlerin vermek istediği şey, seyircinin, filmin geçtiği ortamı hızla kafasında canlandırması. Gatsby’de doğal olarak bu 1920’lerden Amerika manzaraları sonrası geçilen ana sahne, fakat Fitzgerald gibi Luhrmann’ın da kafası bu konuda hayli karışık. Genel anlamda eleştirilen Amerikan rüyasına mı odaklanmalı yoksa, karakterler üzerinden işlenen aşk hikayesine mi? Bu çelişki filmin odağını sürekli değiştiriyor, dolayısıyla seyirci tam olarak bir yere, bir konuya ait hissedemiyor kendini.

Filmde kullanılan soundtrackler konusundaysa, açılan ağızlar üstüne yumulan gözler sadece bende olmamalı. Jay Z’ye sırtını dayayan film, montaj kısmında neden afallar? Bütünüyle dinlendiğinde filmin genelini yansıtan Soundtrack albümü, filmin içine yerleştirildiğinde çorba olmamış mıdır? Moulin Rouge’da soundtrack konusunda 12’den vuran Luhrmann, bir anda Türkleşerek, bir kere iyi iş yaptım, doğru yerde doğru zamanda mükemmel bir şekilde verdim müziği alttan, bundan sonra da biraz uydursam kimse anlamaz mı demiştir?  Diyelim ki; doğru an’ı ve doğru şarkıyı eşleştirebildin, peki o şarkının neden doğru kısmını alamadın?
Sinemaya ses geldiğinden beri, filmlerin içlerini en çok dolduran şeyin arka fonda çalan müzik olduğunun farkına varması gereken yapım, mükemmel sahne ve mükemmel müzik eşleştirmesi ellerinde varken, bu ikisini yanlış birleştirmek de maharet sayılmalı mı?

Spoilersız yazmanın zorluğunu parmaklarımın ucunda hissederken, detaya inmeden, henüz vizyondaki bir filmle ilgili bu kadar irdeleyebildiğimi fark ediyorum ve filme gitmeyi düşünenlere birkaç tavsiye veriyorum:

1-) Filme gidin.
2-) Filmden sadece içi yozlaşmışlıklarla dolu aşk hikâyesini çekip çıkarmayın. Bu dediğimi ahlak polisliği tavrından ayrı tutun.
3-) Gerekirse sizi ağlatan o sahneyi eleştirin. Sizi ağlatması etkilenmişliğinizi “güzel” kılmayabilir.
4-) İyi – kötü çatışmasında kimin iyi kimin kötü olduğu, işin içine iyi niyet faktörünü yerleştirdiğinizde o kadar da objektif değil, bunu düşünerek izleyin.
5-) Aklınızda olması gereken bir diğer soru da şu olsun: Neye inanmak istiyorum?

Depresiflik temennisi ile, iyi izlenceler dilerim.


Deniz Gül

4 yorum:

  1. Hiç spoilersız bir o kadar da farklı farklı bilgi dolu yazı için teşekkürler. En yakın zamanda gidecek, aşk hikayesinden fazlasını arayacağım.

    YanıtlaSil
  2. Çokca, bolca, hunharca, törepsizce, ben teşekkür ederim Osman Sağsöz.

    YanıtlaSil
  3. Şahsen filmi başarısız buldum. Merkezî iki aşık dışında yeterince, hatta hiç, karakter gelişimi yoktu. Senin de dediğin gibi filmdeki odak sorunu iki konunun da tam olarak kendini göstermesine mani olmuş. OST ile apayrı bir problem. Dönemin jazz ve soul ruhunundan bir parça taşıyan modern parçalar kullanarak farklılık yaratmak istendiği belli; fakat bunun yanında büyük bir kopukluğa sebep olmuş. Birilerinin Baz'e kuvvetli oyuncu kadrosu, özenli kostüm seçimi ve beş dakikalık şaşaalı partilerin bir filmi iyi yapmaya yetmediğini söylemesi gerek.

    Halil

    YanıtlaSil
  4. Sinema yazılarına modern bir dokunuş yapmışsınız. Açıkçası Muhteşem Gatsby için eleştirimi yazarken TurkçeAltyazı'da, yazımın bir paragrafını sadece tarihi arkaplana ayırmıştım. Çünkü o dönemi anlamadan filmi/romanı anlayabilmek hakikaten zor. 1. Dünya Savaşı sonrası ABD'de oluşan over-production, alkol yasağının başlaması, bildiğimiz gibi 20'leri Caz Çağı olarak tanımlandırmıştır. Güzel sözlerinize sağlık. (Bu arada Muhteşem Gatsby romanını güzel Türkçesiyle dilimize kazandıran Sevgili Can Yücel'i buradan anmadan geçemeyeceğim.)

    YanıtlaSil

.