Filmle ilgili, hikâyeyle ilgili,
karakterlerle ilgili bilgi ve detayı minimum seviyede tutarak nasıl film
eleştirisi yazılır sorusunu cevapladım. Karakter çözümlemelerine, film hala
gösterimde olduğu için, izlemek isteyenlerin kursağında kalmasın diye
girişmedim. Genel hatlarıyla yakındığım noktaları döküldüm. Muhteşem Gatsby
başlığını filmin sonunda salondan ayrılırken, minik bir dokunuşla ve tabi ki Gatsby
ile, muhteşem yozlaşmaya dönüştürdüm. Eminim The Great Gatsby kitabının yazarı Scott
Fitzgerald da benim gibi düşünüyor derken kendisiyle karşılaştım.
Oh! Fitzgerald. Seni
anlıyorum.1920’leri, Amerikan rüyasının çöküşünü, buna zemin hazırlayan
ekonomik sebepleri, kültürel yozlaşmayı, eleştirel bir dille hikâyeleştirip
yazmanın ne anlamı olduğunu sorgular gibisin. Kızına yazdığın mektupta şöyle
diyorsun; “Yaz! Fakat yazarken ödün vereceğin şeylere hazır ol!” vereceğin ödün
Fitzgerald; bu kitabın okunması için içine aşk temasını ustaca yerleştirmek ve
beklemek; çünkü bir gün Hollywood gelecek ve senin kitabını sinemaya
uyarlayacak, 3D film tekniğiyle, kitabında geçen görkemli partilerde
gökyüzünden bin bir çeşit farklı surata yağan konfetilerin illüzyonuna biz de
eşlik edebilelim diye ve sadece bunun için, konfetileri daha da uçuşturabilmek
için, 12 yerine 22 lira vereceğiz gişede.
Sen her ne kadar yozlaşmayı,
yaşadığın ülkeyi ve yaşadığın sistemi anlatmaya çalışsan da, isteyen istediği
kısmı ustaca söküp alacak. Çoğu kişi mükemmel aşk hikâyesini, zengin kız fakir
oğlan temasını, aşk uğruna ödenen bedelleri, yine aşk için gösterilen fedakârları
alıp çıkacak filmden. Sırf aşık olmanın yüceliğiyle “aldatmak” meşru gelecek.
Sen o noktada bile elinden düşürmeyeceksin kalemini yazmaya devam edeceksin
çünkü, sonunda ayrılan aşıkları anlatmak yerine, toparlamalısın hikayeyi ve
çarpmalısın okuyucunun suratına her şeyin, baştan beri sevilen, uğruna
ağlanılan her satırın ne kadar yanlış olduğunu. Fakat çok da
heveslenmeyeceksin, vermek istediğini almayacak milyonlara sadece aşk romanı
hediye ettin metroda okumalık.
Fakat merak etme.
Çoğunluk kendi ironisi içinde
azınlığı da yaratacak,
Filmden çıkanların bazıları da
aydınlanacak, anlayış kıtlığına veryansın edecek fakat
Diyecekler ki,
Var birileri.
Benim gibi düşünen.
Uyarlama senaryoların sıkıntısı kitabı
da eleştirmeden filme dokundurabilmek, Fitzgerald’la konuşmadan giriş yapmak
çok zor. Fakat şu an asıl konuşulması gereken kişi, Baz Luhrmann.
Moulin Rouge, Romeo + Juliet gibi
filmlerini de yöneten kişi. Dönem filmleri obsesifliği olduğu tüme varımını
yaptık sayıyorum. Moulin Rouge’da ustalaşmak istediği çekim tekniği olan, geniş
alanın gösterimi ardından hızla ilerleyerek, uçarcasına, verilmek istenen
detaya doğru zoom adını verdiğim tekniği bolca görüyoruz Gatsby’de de. Bu
çekimlerin bolluğu rahatsız etmiyor fakat filmin odak noktasını sürekli
değiştiriyor. Bu tip çekimlerin vermek istediği şey, seyircinin, filmin geçtiği
ortamı hızla kafasında canlandırması. Gatsby’de doğal olarak bu 1920’lerden
Amerika manzaraları sonrası geçilen ana sahne, fakat Fitzgerald gibi Luhrmann’ın
da kafası bu konuda hayli karışık. Genel anlamda eleştirilen Amerikan rüyasına
mı odaklanmalı yoksa, karakterler üzerinden işlenen aşk hikayesine mi? Bu
çelişki filmin odağını sürekli değiştiriyor, dolayısıyla seyirci tam olarak bir
yere, bir konuya ait hissedemiyor kendini.
Filmde kullanılan soundtrackler
konusundaysa, açılan ağızlar üstüne yumulan gözler sadece bende olmamalı. Jay Z’ye
sırtını dayayan film, montaj kısmında neden afallar? Bütünüyle dinlendiğinde
filmin genelini yansıtan Soundtrack albümü, filmin içine yerleştirildiğinde çorba
olmamış mıdır? Moulin Rouge’da soundtrack konusunda 12’den vuran Luhrmann, bir
anda Türkleşerek, bir kere iyi iş yaptım, doğru yerde doğru zamanda mükemmel
bir şekilde verdim müziği alttan, bundan sonra da biraz uydursam kimse anlamaz
mı demiştir? Diyelim ki; doğru an’ı ve
doğru şarkıyı eşleştirebildin, peki o şarkının neden doğru kısmını alamadın?
Sinemaya ses geldiğinden beri,
filmlerin içlerini en çok dolduran şeyin arka fonda çalan müzik olduğunun
farkına varması gereken yapım, mükemmel sahne ve mükemmel müzik eşleştirmesi
ellerinde varken, bu ikisini yanlış birleştirmek de maharet sayılmalı mı?
Spoilersız yazmanın zorluğunu
parmaklarımın ucunda hissederken, detaya inmeden, henüz vizyondaki bir filmle
ilgili bu kadar irdeleyebildiğimi fark ediyorum ve filme gitmeyi düşünenlere
birkaç tavsiye veriyorum:
1-) Filme gidin.
2-) Filmden sadece içi
yozlaşmışlıklarla dolu aşk hikâyesini çekip çıkarmayın. Bu dediğimi ahlak
polisliği tavrından ayrı tutun.
3-) Gerekirse sizi ağlatan o
sahneyi eleştirin. Sizi ağlatması etkilenmişliğinizi “güzel” kılmayabilir.
4-) İyi – kötü çatışmasında kimin
iyi kimin kötü olduğu, işin içine iyi niyet faktörünü yerleştirdiğinizde o
kadar da objektif değil, bunu düşünerek izleyin.
5-) Aklınızda olması gereken bir
diğer soru da şu olsun: Neye inanmak istiyorum?
Depresiflik temennisi ile, iyi
izlenceler dilerim.
Deniz Gül
Hiç spoilersız bir o kadar da farklı farklı bilgi dolu yazı için teşekkürler. En yakın zamanda gidecek, aşk hikayesinden fazlasını arayacağım.
YanıtlaSilÇokca, bolca, hunharca, törepsizce, ben teşekkür ederim Osman Sağsöz.
YanıtlaSilŞahsen filmi başarısız buldum. Merkezî iki aşık dışında yeterince, hatta hiç, karakter gelişimi yoktu. Senin de dediğin gibi filmdeki odak sorunu iki konunun da tam olarak kendini göstermesine mani olmuş. OST ile apayrı bir problem. Dönemin jazz ve soul ruhunundan bir parça taşıyan modern parçalar kullanarak farklılık yaratmak istendiği belli; fakat bunun yanında büyük bir kopukluğa sebep olmuş. Birilerinin Baz'e kuvvetli oyuncu kadrosu, özenli kostüm seçimi ve beş dakikalık şaşaalı partilerin bir filmi iyi yapmaya yetmediğini söylemesi gerek.
YanıtlaSilHalil
Sinema yazılarına modern bir dokunuş yapmışsınız. Açıkçası Muhteşem Gatsby için eleştirimi yazarken TurkçeAltyazı'da, yazımın bir paragrafını sadece tarihi arkaplana ayırmıştım. Çünkü o dönemi anlamadan filmi/romanı anlayabilmek hakikaten zor. 1. Dünya Savaşı sonrası ABD'de oluşan over-production, alkol yasağının başlaması, bildiğimiz gibi 20'leri Caz Çağı olarak tanımlandırmıştır. Güzel sözlerinize sağlık. (Bu arada Muhteşem Gatsby romanını güzel Türkçesiyle dilimize kazandıran Sevgili Can Yücel'i buradan anmadan geçemeyeceğim.)
YanıtlaSil