26 Ekim 2013

Gerçeklik Kokan Bir Roman: Aslan Postuna Bürünmek

Merhabalar. Bayram tatilinde dinlenip, kır bayır dolaşıp, denize ayak sokup, çılgınca yemek yiyen bünyem, sınavlı projeli yoğun tempoya nasıl alışacak bilemiyorum. Korkmuyor değilim, ders de çalışmadım tatilimde oh mis. Kitap açısından ise iç açıcı sayılabilecek bir tatil geçirdim. Gabriel García Márquez’in ödüllü kitabı Yüzyıllık Yalnızlık’ı ikinci defa okuduktan sonra, yazarına nereden olduğunu bilmemekle birlikte aşina olduğum, kitapçıdan eli boş çıkmamak adına alıverdiğim bir romanı okudum. Kanada-Sri Lankalı yazar Michael Ondaatje’nin Türkçe’ye Aslan Postuna Bürünmek olarak çevrilmiş, In the Skin of a Lion adlı kitabını. Yazara nereden aşinaydım peki? The English Patient - İngiliz Hasta adlı filmi izlemiş miydiniz? İşte efendim izlediğiniz, duyduğunuz, “Aaaa abi ben izleyememiştim onu ya!” dediğiniz o film, Michael Ondaatje’nin romanından uyarlanmış bir film. Açıkçası ben Aslan Postuna Bürünmek’i daha önce hiç duymamıştım, o yüzden anlayacağınız üzere bayağı bir şaşırdım, siz duyduysanız, benim bu şaşkınlığıma “Pardon da, salak mısın?” şeklinde tepki verebilirsiniz, yapacak bir şey yok. Neyse işte kitabın konusunu gerçekten çok beğenmekle birlikte, yazarın anlatım tarzı da oldukça ilgimi çekti. Akıcı ve şiirsel bir anlatımla, düz yazı okuduğunuzu hissetmiyorsunuz neredeyse, tabi şiirselliği de tadını kaçırmadan, tam ayarında kullanmış Ondaatje romanında. Meraklandıysanız buyurun buradan yakın.


Kitap 3 ana bölüm ve 7 küçük bölümcükten oluşmakta. İlk bölüm, kitabımızın ana karakteri Patrick Lewis’in henüz bir delikanlıyken, babasıyla tek başına Depo Gölleri Bölgesi adı verilen yerde, bir çiftlik evindeki sessiz yaşamını anlatır. Patrick, tarlalarının önünden geçip çevre ormanlara doğru yol alan ormancılara, tarlalarında ve ormanlarda yaşayan binbir çeşit böceğe ve babasının mesleği yüzünden ister istemez dinamitlere karşı bir ilgi duymaktadır. Babası, Kanada’nın soğuk havası sağ olsun, donmuş göllerde hareket etmesi zor ağaç kütüklerinin gölden çıkarılması için dinamitle müdahalede bulunan dinamitçidir.

Patrick’in yaşamından küçük bir kesitten sonra, Bloor Sokağı Köprüsü’nün inşaatını anlatan bir bölüm geliyor. İnşaatta çalışanlardan Makedon göçmen Nicholas Temelcoff, köprüde bir rahibeyi düşmekten kurtararak, ona adeta yeni bir hayat verecektir. Köprü inşaatında görevli şirketin sahibi müsteşar Harris’i daha sonraki bölümlerde su arıtma tesisi yapımında göreceğiz. Köprüde çalışan işçilerden birisi de Caravaggio. Bu isimleri iyi belleyin, daha sonra karşınıza çıkacaklar.

İlk iki bölümden sonra gelen bölümleri ise toplu şekilde anlatacağım, zira okurken keyfiniz ve heyecanınız kaçmasın. Patrick Lewis, Ambrose Small isimli bir milyonerin kayıp olduğunu ve arandığını duyar duymaz baba mesleği dinamitçiliği bırakıp, ödül avcılığına soyunur ve işte bu sırada tanışırlar Clara ile. Patrick daha ne olduğunu anlamadan kendini kaptıracaktır Clara’ya ve ister istemez aralarında bir yakınlaşma doğacaktır. Kısa bir aradan sonra ise, Clara’nın yakın arkadaşı Alice ile tanışacaktır Patrick ve olaylar gelişecektir efendim.

Romanın özeline girersek bu kadar anlatabileceğim sizlere zira daha fazla detay vermek istemiyorum. Olayların akışı öyle süratli ki, dikkatli okumanızı tavsiye ediyorum sadece.

Romanın ana karakteri Patrick’in sakin kişiliğiyle örtüşen, sakin bir yaşantısı var diyebiliriz. Mesleki anlamda hırsları olan bir insan değil, bunu ileriki bölümlerde çalıştığı işlerden de göreceksiniz. Sakin, huzurlu ve sadık bir kişiliği olduğunu düşündüğüm Patrick’in, bazı bölümlerde idolüm olma yolunda ilerlediğini söyleyebilirim.
Kitapta ismi geçen tüm karakterlerin başarılı bir şekilde birbirleriyle bağlantılı olması da beni benden alan bir yanıydı romanın. Hiçbir boşluk kalmadı kafamda, her şey yerli yerindeydi romanı bitirdiğimde. Bazı minik detayları kaçırdığımı düşündüğüm için de romanı tekrar okuyacağım zaten.

Romanın araya aksiyon karıştırılmış bir aşk romanı olmadığını da söylemek istiyorum bu arada. Kanada’daki göçmen hayatı, kapitalizmin uçurumları, insan yaşamının değeri, tabii ki aşk, biraz suskunluk, bazı yerlerde sefalet, kimi zaman da mutluluk ama en çok da umut ve huzur ön planda bu romanda. Yani gerçeklik dolu bir roman Aslan Postuna Bürünmek. Tekrar okunacaklar listeme şimdiden aldım bile. Şimdi de sizlere, okurken kıvırdığım sayfalarda, hoşuma giden kısımları yazayım ve yazımı tatilde çektiğim huzur dolu birkaç fotoğrafla noktalayayım.

“Sevgili Clara, yanına gelip seni dansa davet ettim. Yanındaki adam yüzüme bir yumruk patlattı. Bir kez daha sordum sana; adam bir yumruk daha patlattı. Beş dakika sonra gene döndüm masanıza ve yanındaki adam sokağa fırlattı beni. Seni düşümde görmeyeli uzun zaman olmuştu, dayak yemek iyi geldi.”

“İnsanı sıkıntıya boğan bu belalı işin ne olacağı bilinmezliğine gönüllü olan başka biri de yoktu zaten işçiler arasında; ama Patrick için dünyadan koptuğunu hissettiği bu berbat yerde yapmaktan huzur bulduğu tek iş buydu.”

“Ne zaman olacak bu peki? Ne zaman varacaklar o noktaya? Önündeki kil duvarı kazıp duran insanoğlunun bedeni bu konuda ne kadar biliyor ya da bilmiyorsa, katırın beyni de o kadar biliyor ya da bilmiyordu.”


“Çekilen fotoğraflarda, duvarlardaki nem beyaz görünüyor. Ustabaşının beyaz gömleği de var görünenler arasında. Bir de dinamitlenecek yerleri işaret eden beyaz boya.  Geri kalan her şey, emek ve karanlık. Kül renkli yüzler. Tanımlanmamış bir dünya.”


“Sana cennetin her katında ölümlülüğün var olduğunu öğrettim.”

“Yıldızlar gereksiz
Mehtap da neymiş
Salaklara göre bütün bunlar
Derken elinde sevgilerinle
Sen çıktın ortaya birdenbire.”


Book May Kill’de anlatılan her roman için bunu okuyun vurgusu yapmışımdır ama bunu baya bi gayretle söylüyorum “BUNU OKUYUN YAVRUMS.”. Kitapla kalın.

Not: Blogumuz, Hürriyet Bumerang Ödüllerinde "En Tarz Blog" dalında aday. Eğer bize destek vermek istersen, buraya tıklayıp hiçbir ücret ödemeden oy verebilirsin. Şimdiden teşekkürler.


Mak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

.