Hepinize bol gecikmeli merhabalar ve iyi tatiller, izninizle
hikayeye başlamadan önce ufak bir hatırlatma yapacağım. Öncelikle geçen yazıdan bu
yana yollanan 9 adet(!) muhteşem resim için teşekkürler, ilginiz beni çok
sevindirdi. Artarak devam etmesini diliyor ve tekrar ediyorum, Instagram’da
#artmaykill etiketiyle yolladığınız fotoğraflardan ilhamla hikayeler yazıyor,
hikayeyle birlikte resimleri yayınlıyorum. Yapmayın ama, bu güzel bir şey.
Sabahın ilk ışıklarıyla, üstüm başım çamur içinde
uyandım. Yüzükoyun uzanmıştım, neredeyse
hiç kıpırdamamışım. Toprak çok serin, çok güzel kokuyor. Başımı kaldırıp mezar taşını
görünce keyifle gülümsedim ve bir kez daha gözlerim doldu. Dokuz yıl sonra ilk kez
sızmadım ben, uyudum. İlk kez kalbim sıcaktı. İlk kez çaresiz değildim. Çare
buldum, çıkar yol buldum. Dokuz yıl sonra seni buldum.
Toprağına tekrar sarıldım. Nasıl belli burada olduğun...
Öptüm toprağının yanağını, ağzıma sen tadı geldi. Bunca zaman sana dokunmanın
bir yolu olduğunu bilebilseydim... Seni öpmenin... Neyse önemli değil. Şu an
önemli değil. Her şeyi unutmaya hazırım.
Yapabildiğim kadar sağıma soluma bakınarak mezarlıktan
çıktım. Gerçi kimsenin bana bu ne hal demeye cesaret edebileceğini sanmıyorum.
Delilik sevinci var yüzümde, üstümde de çamur. Yine de kendimi arabaya
attığımda rahatladım.
Kaldığım otele döndüm sonra. Lobideki sivilceli çocuk “ne
oldu beyefendi, yardıma ihtiyacınız var mı?” dedi. Pas vermeden “arabam çamura
saplandı” dedim, “ben de düştüm iterken, önemli bir şey değil”. Kaşlarımı böyle
çatmasam daha lafa tutacaktı beni. Anahtarları teslim ederken, söylediklerime inanmamış gibi baktı. Ama
yapabileceği bir şey yok.
Asansöre binerken aynada kendimi gördüm. Oldukça iyi
görünüyordum. Saçımda, bir günlük sakalımda, beyaz gömleğimde, annemin işe
başlama hediyesi kravatımda topak topak çamur vardı Ama gülümsüyordum. O kadar
ki gülümserken yanağımda kuruyan çamuru çatlattım.
Odaya girince hemen soyundum. Yüzümü ve kollarımı yıkadım.
Sonra da çırılçıplak girdim yatağa.
İşte bu son kez ağlayarak uyuyuşum. Ve o günü son kez rüyamda
görüşüm.
On yedi yaşındaydık ve belediye otobüsündeydik. Terminale
gidiyorduk, göğe bakmaya. Yan yana oturuyor, el ele tutuşuyorduk. Ben başımı
senin omzuna koymuştum. Kalbim varlığının sevinciyle sıkışıyordu. Günlerden
cumaydı. Öğleden sonra okulu kırmıştık.
Bir önceki gece bana “Sen niye hiç romantik değilsin? Şiir
falan okumayacak mısın hiç bana?” diye yalandan sitem ettin. Ben de sana ilk
kez bir şiir gönderdim:
“ikimiz birden
sevinebiliriz göğe bakalım
şu
kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
bebe
dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
durmadan
harcadığım şu gözlerimi al kurtar
şu
aranıp duran korkak ellerimi tut
bu
evleri atla bu evleri de bunları da
göğe
bakalım
falanca
durağa şimdi geliriz göğe bakalım
inecek
var deriz otobüs durur ineriz
bu
karanlık böyle iyi afferin tanrıya
herkes
uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
hırsızlar
polisler açlar toklar uyusun
herkes
uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
herkes
yokken biz oluruz biz uyumayalım
nasıl
olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
beni
bırak göğe bakalım
senin
bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
tuttukça
güçleniyorum kalabalık oluyorum
bu
senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
sularım
ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
seni
aldım bu sunturlu yere getirdim
sayısız
penceren vardı bir bir kapattım
bana
dönesin diye bir bir kapattım
şimdi
otobüs gelir biner gideriz
dönmeyeceğimiz
bir yer beğen başka türlüsü güç
bir
ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
seni
aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
durma
kendini hatırlat
durma
göğe bakalım“
“çok
güzel. şu an göğe bakmaya çalışıyorum”
“ben de“
“seninle aynı
göğe bakmak çok güzel”
“bir de küçük
elini tutabilsem”
Ertesi gün, evci listeleri dolaşırken, cuma akşamı için
kendimi evci yazdırmamı istemiştin. Bir sürprizin vardı. Bütün sorularımı “Hadi
ama nazlanma, ikimiz birden sevinebiliriz.” diye geçiştirdin, yeni öğrendiği
kelimeyi cümle içinde kullanan çocuk bilmişliğiyle. Senin neşene, gülüşüne,
heyecanına hayır demek imkansızdı. Böylece okulu arkamızda bıraktık. Heyecanın
öyle büyüktü ki, biz çıktığımızda son iki ders hala okuldaydı.
Akşama kadar neler yaptığımızı pek hatırlamıyorum. Bir şeyler
yedik, belki bir film izledik, tavla oynadık, sen soda içtin, belki kavga bile
ettik artık nedense...
Ama işte nihayetinde on yedi yaşındaydık ve belediye
otobüsündeydik. Terminale gidiyorduk, göğe bakmaya.
Bütün geceyi geçirebileceğimiz, kalabalık, dikkat çekmeyecek
bir yer ararken aklına gelmişti terminal. Otobüs bekleyen sıradan yolcular
olarak bütün gece yan yana oturabilecek, sigara içecek, göğe bakacaktık. “Küçük
elimle elini de tutarım” dedin. “Sabah da erkenden yurdumuza döner uyuruz,
böyle tatlı yorgunluğu nereden bulacağız bir daha.”
Hayatımın en eğlenceli gecesini geçiriyordum. Bir kız ve bir
erkeğin birlikte bir gece geçirmesinin, etraflarında yüzlerce insan varken,
demir bankların üstünde otururlarken bile bu kadar özel olabilmesi hayret
verici. Şakalaşmaların ve gülüşmelerin arasında, bir ara başımı dizine koydum
yorgunlukla. Kıvrılıp kepçeleşen kulağımı elinle düzelttin. Biraz da saçlarımı
sevdin. O ara yüzüne mavili kırmızılı bir ışık düştü. Yandı söndü. Az ilerideki jandarma
karakolunun aracı geçti yanımızdan.
Bir YTL tutarında işeyip geldim terminalin tuvaletine.
Döndüğümde yanında iki jandarma eri vardı. Ben de yanaştım korku içinde.
Kimliklerimizi sordular, bizi öyle “kucak kucağa” görünce, bir de küçük
olduğumuza kanaat getirince kaçıyoruz sanmışlar. Çok oluyormuş böyle vakalar. Benim
yanımda kimliğim yoktu, nutkum tutulmuştu. Sen kendi kimliğini gösterdin
sakince, yatılı bir lisede okuduğumuzu, memleketine gitmeye çalıştığını, benim
de seni yolcu etmeye geldiğimi söyledin. Anlamış gibi görünüyorlardı. Benim
kimliğimin olmamasının sorun olacağını söylediler. Erlerden sarışın, yanık
yüzlü olanı, kara kuru olana “Sen oğlanı okuluna götür, saat geç oldu” dedi.
“Ben de kızı otobüse bindireyim.” Öylece ayrıldık seninle.
Sonrasında olanları onun ağzından dinledim. O seni komutanına
götüreceğini söylemiş. Çaresiz peşine düşmüşsün. Otoparkın yanından
dolaştırırken, kapısı kilitsiz duran, beyaz, hurda minibüse bindirmiş seni. Çok
korkmuşsun. “Param var abi, paramı al, al hepsini” demişsin. “Bizim de paramız
var Allah'a şükür dedim” dedi o geceyle aynı olduğunu tahmin ettiğim tavırla.
“Ama asker adamın başka ihtiyaçları olur.” Sonra sen ağlamaya başlamışsın. “O
oğlan için mi ağlıyorsun” demiş, “seni sevse bırakmazdı burda.” Sonra sen ona
vurmuşsun. Tokat atmışsın. O da sana vurmuş.
“Saçını tuttum” dedi “başını cama vurdum”. “Sonra vurdum,
vurdum epey bi vurdum. Bunun burnundan kan geldi. Ben bunu bıraktım.. Kapıdan
çıkmaya çalıştı. Ayaklarına yapıştım yere düştü. Ellerini tuttum, üstüne
çıktım. Bağırmaya başladı. Ben de ağzını kapattım, ağzını kapatınca eli boşta
kaldı. O ara tüfeği aldı işte. Beni mi vuracaktı, kaza mı oldu bilmiyorum.
Yoksa kendini mi, bilmiyorum... Çenesinin altından vurdu yani kurşun”
Başını bile önüne eğmeden bunları söyledi.
Ben çok düşündüm sonra, seni bırakmasaydım dedim, işemeye
gitmeseydim dedim, o şiiri değil de başka bir şiir gönderseydim dedim. Göğe
bakmayan bir şiir... Evde oturan bir şiir mesela... Okuluna giden, dersini
çalışan bir şiir... Neden seni aldım, o sunturlu yere götürdüm dedim,
götürmeseydim dedim.. Hatta seni tanımamış olmak bile geçti aklımdan ama onu
demedim, diyemedim.
Geçsin diye de bekledim. Dokuz yıl bekledim. Her gün, her
geceyi geçsin diye bekledim. Okulu bitsin diye bekledim. Tabağımdaki yemeği
bitsin diye bekledim. İkisini de aynı bekledim. Lokmalar büyüse de yemekler
bitti. Acı geçmese de dokuz yıl geçti.
İşte hava karardı. Yeniden mezarının başındayım. Affet beni.
O gün gittiğim için değil, yıllarca gelmediğim için affet. Burada böyle
çamuruna yatmadan, Tanrı'nın ikimizi iki koluna alıp sallayacağını bilemediğim
için affet. Bir daha hiç mutlu olamayacağız sandığım için... İşte bu yer,
beğendiğin yer, beğendiğin yer dönemeyeceğimiz değil, dönmeyeceğimiz bir yer.
Ne yaptığını gözümle görmeden anlayamadığım için affet.
Söyleyeceğim her şeyi söyledikten sonra çenemin altından
vurdu kurşun. Sizler için Çoban Yıldızı çaldı, epey üzüldünüz tabi. Biz ikimiz
birden göğe bakmadan sevindik. Bizim o eski zaman gözlerimiz çünkü, artık
yıldız gibi.
M.B.O.
Son zamanlarda okuduğum en güzel yazılardan birisi.
YanıtlaSilÖzellikle hikayedeki gelişleri çok leziz buldum.
Çok etkileyici.
YanıtlaSilÇOK TEŞEKKÜR EDERİM, YAZDIKLARINIZIN YAZMAMA PAYI TARTIŞILAMAZ.
YanıtlaSilseni çok beğeniyor ve takdir ediyorum. her kalemden böyle sürükleyici yazı çıkmaz. eline sağlık.
YanıtlaSiloncelikle soylemek gerekirse senin oldugunu bilmeden bakmistim ben buraya:)ama bunu okumamistim.
YanıtlaSilsimdi yorumuma gececem. cok afili bi sey bekleme.
aklima ne gelirse yazacam sana su an. hikayenin siirden sonrasi daha akici. gercekci diyalog aktarimi bunun sebebi bence. ben de ozellikle gercekci yaziyi seviyorum ama gerceklige ulasmam icin biraz daha ayrinti istiyorum yazida. gercege dair, hislere dair biraz daha ayrinti.
mezarlik filan diyorsun camur diyorsun ama beklemiyoruz boyle bir sey olacagini. gercekte de yakistiramiyoruz cunku boyle bir sonu, hikayede nasil yakistiralim mutlu sonlara alistirilmisken. hikayecilige dair pek bir sey bilmiyorum ama istedigim her saniyeyi canlandirabilmek gozumde, mimiklere kadar. hayal gucume yazar yardimci olur. simdi sen zaten sonunda bizi uzuyorsun etkiliyorsun, bazi noktalarda belki biraz daha bu ayrintilarin uzerine gidebilir, hikayenin geneline yayabilirsin, etkisini katlar diye dusunuyorum tamamen hikayenin icine girmemizi saglayacagi icin.
ve ellerine saglik guzel olmus, bu kadar sey yazmamin sebebi begenip nasil daha guzel olabilir sorusunu sormus olmam :) nice hikayelere o zaman. ben de yayayim sunu biraz :)
BEĞENİ, ELEŞTİRİ AMA EN ÇOK DA İLGİ İÇİN TEŞEKKÜR EDİYORUM. SÖYLENENLERİN HER KELİMESİNİ DİKKATE ALACAĞIMDAN ŞÜPHENİZ OLMASIN. OKUNMAK ÇOK GÜZEL :,)
YanıtlaSil