Tüm dünyanın, müzikle ilgisi olmayan insanların bile
tanıdığı müzisyenler vardır. Mesela herkes Michael Jackson'ı tanır ya da
Queen'i. Pink Floyd da bunların en başında gelenlerden biridir. Ergenlikle
beraber başlayan asilik çağının olmazsa olmazlarındandır “Another Brick in the
Wall” mesela. Ya da aranızda 'Due Date' filmini izleyen varsa otla kafayı bulan
kahramanlarımızın dinlediği “Hey You” parçasına herkes aşinadır. Ya da
olabilecek en iyi balladlardan biridir “Wish You Were Here” -özellikle o gitar
introsu, Allah'ım kulaklarımdan hiç gitmeyen melodidir resmen- İşte Roger
Waters bu güzel şarkıların kulaklarımızda çınlamasının en önemli faktörlerinden
biri. Düşünün ki bu adam ve arkadaşları Pink Floyd olarak ilk albümlerini
1967'de yapıyorlar ve şu an buluğ çağındaki gençler de dahil olmak üzere tüm
yaş grupları hala o albümleri açıp dinliyor. Efsane diye ben buna derim işte.
Kendisinin 1943 doğumlu olduğuna bakmayın, günümüzün çoğu müzisyenine taş çıkaran
bir enerjisi var sahnede (konser dvdlerini, videolarından izlediğim kadarıyla).
Müziğe bu denli bağlı olmak da böyle bir şey olsa gerek. Hayran olmamak elde
değil yani
4 Ağustos 2013 Roger Waters İTÜ stadyumu konserine
gidemedim, evet bunun pişmanlığını Malatya'da kayısı pıtlatırken yaşadım, hem
de ziyadesiyle. Ama siz Indie May Kill okuyucuları için, konsere giden ve
kendisinin müzik arşivine, bilgisine, zevkine hayranlığımı gizleyemediğim
arkadaşım B.'den rica ettim; o da beni kırmadı ve konser deneyimlerini bize
aktardı. Kendisinin çok iyi bir yazar olduğunu da eklemek istiyorum, gerçekten
güzel yazıyor. Şimdi B.'yi sizinle baş başa bırakıyorum.
Tavsiyem; yazıyı okurken arkadan 'The Wall' albümü de
açmanızdır. Ben denedim. HARİKA OLUYOR.
Roger Waters
Son yıllarda İstanbul’da arka arkaya çok güzel
konserler izledik. Dünyanın en büyük müzik insanları geldi ve gelmeye devam
ediyor. Ama 4 Ağustos 2013 akşamı İTU Stadyumu’nda şu ana kadar verilmiş
konserlerin en görkemlisini gördüm.
Önce çok kısa The Wall’un çıkış noktasından
bahsetmek istiyorum. 1977 yılında Montreal’de verilen bir konserde, en ön
sırada çılgınca dans edip bağırıp çağıran bir seyirciden, Roger Waters rahatsız
olur ve birden kendini ona tükürürken bulur. Daha sonra bu hareketi hakkında
düşünürken, seyircilerden nasıl izole olduğunu ve onların eğlencesiyle, kendi
konserinde kendinin yaratmak istediği eğlence arasındaki farkı görür.
Seyirciyle kendi arasında bir duvar oluşturma fikri çıkmıştır böylece ortaya.
4 ağustos akşamına geri dönersek, Pink Floyd
dinleyen ya da dinlemeyen herkesi çok heyecanlandıran bir akşamdı çünkü sadece
bir konser değildi bu. The Wall’un tek bir şarkısını bilmeseniz bile inanılmaz
keyif alabilirdiniz. Her şarkısında ayrı bir konsept oluşturulmuş, her
saniyesine çok titizlikle çalışılmış bir şovdu bu.
Bu yüksek beklentiyle gittim İTÜ Stadyumu’na.
Konser saati yaklaşırken, artık heyecan giderek yükseliyordu. Bu arada Roger
Waters sahneye çıkmadan önce arka arkaya çalan John Lennon’un Mother’u
ve Imagine’ı üstüne Bob Dylan’ın Masters of War’ı seyirciyi,
özellikle de şahsımı, kıvama sokmuştu.
Ve zamanı gelmişti artık. Saatler 21.00’i
gösterirken o müthiş açılış sahnesine tanık oldum. In the Flesh ile
beraber başlamıştı The Wall. İlk saniyesinden bitişine kadar canlı izlediğime
inanamayacağım 2 saat başlamıştı. Şarkının sonunda, stadyumun arkasındaki maket
uçağın salınıp duvarın üst kısmını yıkışıyla beraber farkındaydım artık bu
şovun izleyeceğim en muhteşem şey olacağına. Konser öncesinde ilk bölümün tavan
noktasının herkesin, sözlerini gerek “teacher” gerek “doctor” olarak da olsa
bir şekilde bildiği Another Brick in the Wall 2 olacağını düşünüyordum.
Nitekim haksız da sayılmadığımı düşündüm şarkı esnasında çünkü bütün stad
beraberce söyledik şarkıyı. Ayrıca çıkan çocuk korosu ve dev öğretmen
kuklasıyla yine fantastik bir görsellik kazandırılmıştı şarkıya. Ama şarkı
sonrasında Roger’dan Türkçe kelimeler duymaya başladık hem de öyle birkaç
kelime değil baya baya konuşuyordu. Ne dediğini pek anlayamıyordum orası ayrı ama
zaten duvara Gezi Parkı’nda öldürülenlerin resmi yansıtılınca kelimelerinin çok
da bir önemi kalmadı. İşte o andı konserin tavan noktası. Roger bir sonraki
şarkısını onlara adadı ve biz yine hep beraber bağırdık “Mother should i
trust the government? “ diyerek. Cevabı ise yine duvardaydı “No
Fucking Way”.
Bu sırada duvar inşa edilmeye devam ediyordu.
Roger “Goodbye cruel world, there is nothing you can say to change my mind”
dediği anda son parçası da yerleşmişti ve tamamlanmıştı duvar. Duvarın
bitişiyle ilk bölümün de sonu gelmişti ve 15 dakikalık bir ara verildi, o
sırada da bütün dünyadan öldürülen insanların resimleri yansıtıldı duvarda.
Benim için en çok anlam ifade edenleri “Hrant Dink” ve “Uğur Mumcu”
idi tabiî ki.
Ben ilk bölüm ne kadar çabuk bitti diye
düşünedururken, Roger çıktı ve “Hey You” diyerek seslendi. Yine bütün stad
bağırdık sonunda “Together we stand, divided we fall”. Bende yavaş yavaş boğaz
ağrıları oluşmaya başlarken heyecanım da giderek artıyordu çünkü benim için çok
farklı bir önemi olan o şarkıya gelmek üzereydi Roger. Konserin temposunun
nispeten düştüğü, Floydian olmayanların çok bilmediği şarkıların olduğu
parçasıydı albümün burası, ama yine her şarkıda duvarın şekilden şekle girmesi
ve yaşadığımız dünyayı olabildiğince çıplaklığıyla göstermesi sonucu
seyircideki heyecan bir an olsun düşmedi. Derken geldik “Comfortably Numb”a.
Geçmişte kalmak üzere olan bir arkadaşım nedeniyle bende çok fazla anlamı olan
bir şarkıydı bu ve Roger’ın duvarı sanal olarak yıkıp güneşi doğurduğu an benim
için konserin en yüksek yeriydi. Tabi ufak bir hayal kırıklığım da vardı çünkü
olmayacağını bilsem bile, içten içe nakaratta, duvarın tepesinde, bekledim
“David Gilmour”’un sesini. Ama yoktu tabiî ki.
Roger bana, şovun devam etmesi gerektiğini
söylerken artık sonlara geldiğimizi hissediyordum. Temponun eskisinden de
yükseğe çıktığı “Run Like Hell”in sonunda, elinde makineli tüfekle seyircileri
gerçeğin kurşunlarına boğan Roger artık yeniden doğmam için her şeyi
hazırlamıştı. Duvarın yıkılmasından önceki son şarkı olan ”Trial”de The Wall’ın
sanal karakteri Pink’i izledik ve onun kendini
yargılaması sonucu, duvarı yıkmaya hep beraber hüküm verdik ve tüm stad son kez
beraber haykırıyordu “Tear down the wall”…
Son olarak artık yıkılmış olan duvarın dışında
Roger ve arkadaşları veda ettiler teker teker. Ne kadar samimiydi bilmiyorum
sözlerinde ama albümün anlatmaya çalıştığı şeylerle kendini en çok
özdeşleştiren güruh olduğumuzu, bunun için de yeterince nedenimiz olduğunu
söyledi gitmeden önce.
2 saatlik inanılmaz duygularla kavrulduğum
konser sonunda bitmişti. Ben elimden geldiğince ortak bir bilinç halinde orada
yaşadığımız duyguları size anlatmaya çalıştım ama sanırım konseri
izleyemeyenler için o 2 saati yine Roger’ın cümlesiyle özetlemek en doğrusu “I
can’t explain, you wouldn’t understand”
Son olarak şunu da söylemeden geçemeyeceğim.
Aslında bütün bu The Wall gösterisinin anlatmaya çalıştığı şey ile gösteriyi
buraya getirenin Garanti Bankası olması arasında çok büyük bir çelişki var ama
sanırım başka yolu da yok. Neyse konumuz da o değildi zaten.
Kendi yazıma geçirirken bile
kaçıncı defa okumuş olmama rağmen, yine tüylerim diken diken oldu ve yine
imrenmeden edemedim. Müthiş bir konser olduğu her yerden belli. B.'ye
aktarımları için teşekkürlerimi bir borç biliyorum. Kendisiyle ortak bir yazı
çıkarmak benim için çok eğlenceliydi, umarım onun için de öyle olmuştur.
Siz okuyucularım da umarım memnun
kalmışsınızdır. Gidemediğim konserden ancak bu kadar aktarabildim size ben de
konser heyecanını.
Haftaya görüşmek üzere.
Müzikle kalın. (Don't trust the
government!!!)
xoxo
Gözde Sarıhan
NOT: Video Youtube'dan Suat Gök isimli kullanıcıya aittir.
Fotoğraflar: sondakikahaberleri.info.tr – sondakika.com –
dunya.com'dan alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder