Düşünün
ki iki farklı üslupta, iki farklı milliyetten, iki farklı ülkeden, iki farklı
devirden, iki farklı dilden iki yazar, birbirine bazı noktalarda gerçek anlamda
çok benzeyen iki roman yazmışlar. Yusuf Atılgan ile Ivan Gonçarov. Aylak Adam
ile Oblomov. Okudunuz mu bilmiyorum ama bazı açılardan yüzeysel de olsa
gösterdikleri benzerlik bana, bu iki benzersiz romanı yazımın konusu yapma
isteği aşıladı. Haklarında minik bilgiler verdikten sonra, kendimce önemli
gördüğüm yerlerini karşılaştıracağım bu sevgili romanları. Yan karakterleri
veya ana karakterler için gerçekten önem arz eden karakterleri yazmayacağım
çünkü, düşünsel açıdan karakter analizi denemesi yapmak istiyorum, yan
karakterleri üstünkörü yazmak onlara hakaret olurdu. Başlayalım mı? Haydi!
Yusuf Atılgan - Aylak Adam
Yusuf
Atılgan’ın akıcı üslubuyla kaleme alınmış olan Aylak Adam, hayatında hiç para
sıkıntısı çekmemiş, çekmemeye de devam eden C.‘nin maddi ve manevi hayatından
bir kesit sunar bizlere. Genel hatlarıyla romanda C.’nin hayatının temel
uğraşının “aylaklık” olduğunu
görürüz. Bu aylaklık ne tip bir aylaklıktır, tembellikle arasında ne fark
vardır, bu sanıyorum sizlere kalmış bir yorum zira kişiden kişiye değişebilecek
bazı yorumlar yapılabilir bu konuda. Kimileri C.’ye aylak derken, kimileri de
onu filozof olarak addedebilir. Yaşamak için gereken parayı kazanmasına gerek
olmadığı için, zamanının hemen hepsini yürüyerek, okuyarak, sinemaya giderek,
ressam arkadaşlarının yanında modellik yaparak, yolda gördüğü ve belki de “ruh
eşi” olabilecek kadınlarla tanışarak geçirir. Belki de C.’yi bir filozof olarak
görmemin nedeni onun bu naif düşüncesi oldu zira yolda yürürken göz göze
geldiği her kadının “O” olma ihtimaliydi C’yi roman boyunca heyecanlandıran,
onu düşünmeye sevk eden. Başlarda hayattaki amacını keşfedememiş olduğunu
düşünsem de, roman boyunca C.’nin düşüncelerinden, onun hayatındaki amaçlardan
en göze çarpanının “O” nu bulmak olduğu aşikârdı. Yusuf Atılgan’ın adını 4
mevsimden alan 4 ana bölümden oluşan, bol bol düşündüren Aylak Adam’ını
okumanızı şiddetle tavsiye ederim efendim. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkma
Aylak Adam favorimdir, bilginize.
Ivan Gonçarov - Oblomov
Rus
edebiyatının adının, yazdığı bu baba eserden daha az bilindiğini düşündüğüm kıymetli
yazarıdır Ivan Gonçarov. Saygıdeğer romanı Oblomov ile tanıdım aslında ben onu.
Romanın ilk 80 sayfasının yataktan kalma-kalkmama ikilemi üzerine olması,
kitabın ağır bir tembellik üzerine kurulu olduğunu Gonçarov bize inceden
anlatmaya çalışmıştır. Kitabın Oblomov’un yataktan kalkıp-kalkmama, seyahate
gidip-gitmeme, dışarı çıkıp-çıkmama ve daha nice ikilem üzerine kurulu olması,
bazı bazı insanı çileden çıkarmıyor değil. Genel olarak Oblomov’un yapmadığı,
yapma olanağı olmasına rağmen yapmak istemediği şeyler ve bunların sonuçları
üzerine kurulu bir romandır Oblomov. Ayrıca Oblomov’un en yakın arkadaşı
Ştoltz’u da Oblomov’a tamı tamına zıt bir karakterle karşımızda buluruz ki bazı
yerlerde fazla kapitalist özellikleri sebebiyle kendisinden de aşırı hazzetmemiştim.
Geneline bakacak olursak, romanın bazı bölümlerinde mutlu olur, çocuksu bir
umutla beklersiniz Oblomov’un tembelliğinden sıyrılıp hayatını yaşayacağı anı.
Kitabın genelindeki bu tembel hava, aslında “Oblomovluk” diye adlandırılan umursamazlık durumudur. Oblomov’dan
sonra ortaya çıkan “Oblomovluk” kavramı hakkında, zamanın büyük
eleştirmenlerinden Dobrolyubov “Dünyada olup biten her şeye karşı
duyumsamazlıktan kaynaklanan tam bir atalet, hareketsizlik, ilgisizliktir.”
demiştir ki bu da gösterir ki Oblomovluk, hareket halindeki dünyaya karşı bir
hareketsizlik durumudur. Kitabın genelindeki fiziksel durgunluğun yanı sıra,
Gonçarov’un mükemmel betimlemeleri, Dostoyevskivari düşünce tasvirleri
delicesine bir hareket katıyor aslında romana. Kitabı okurken o zamana kadarki
yaptığınız tembelliklerin, harekesizliklerin, ilgisizliklerin ve aylaklıkların
gözünüzün önüne gelebileceğini önceden söylemeliyim. Açıkçası ben, kitabı okuma sürecimde, “Allam
bi daha başladığım işi bitirmemezlik yapmıcam, bi daha üşengeç olmıcam, amin.”
şeklinde gaza geldimse de, sonra kanımdaki “Oblomovluk” beni yine yakaladı.
Bakalım siz nasıl etkileneceksiniz bu betimleme şaheserinden. Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi çevirisi favorimdir,
bilginize.
Karşılaştırmaca
İki
romanı karşılaştıracak olursak, aradaki bariz benzerlik iki romanın da yer yer
tembellik yapmaktan hoşlanması, daha doğru şekilde söylemek gerekirse, para
kazanmak ve yaşamak için çalışmak zorunda olmaması veya çalışmak istememesidir.
Aslında durum iki karakter açısından farklıdır, çünkü C. yaşamak için parası
olan ve bu para sayesinde istediği şeyleri yapabilen, kısacası küçük de olsa
bazı amaçları olan bir insandır. Durum, Oblomov için biraz farklıdır. O da
çalışmamaktadır fakat bunun yanı sıra okumak, yazmak, tatile gitmek, eğlenmek
gibi insan ruhunu dinlendiren aktiviteleri bile ertelemekte, yeri geldi mi ona
zarar vereceğini bahane ederek hiçbir şey yapmadan günlerce yataktan
çıkmamaktadır. Yani buradan, C.’nin hayatında yaşamak için Oblomov’dan daha
elle tutulur bir amaç olduğunu söyleyebilirim kendi adıma. Günlerce evden
çıkmasa C. büyük ihtimalle depresyona girer veya kafayı yerdi gibime geliyor
benim. Aralarındaki önemli bir fark da, az önce bahsettiğimiz küçük amaçların
yanında, asıl yaşama amaçları konusunda iki karakterin aralarındaki farklardır.
Oblomov’un yaşama amacını çözemediğimi üzülerek söylemek istiyorum sizlere.
Aslında bazı anlarda mutlu bir aileyle uzun bir yaşam onun hayali gibi duruyor
olabilir, ama kesin bir amaç sezemedim ben. Bu konuda ne düşünüyorsunuz bilmek
isterim Book May Kill’ciler, söyleyeyim! Oblomov’dan farklı olarak C.’nin hayat
amacının “O”nu bulmak olduğunu düşündüğümü yazmıştım daha önce.
Aslında
iki karakter de hemen her insanın içinde biraz olan, aylaklık, tembellik,
üşengeçlik hislerini barındırıyor. Her iki karakter de düşünsel açıdan doyurucu
yorumlar ve muhakemeler yapıyor kendi içinde. Yalnız, Oblomov’daki baskın yan
karakter (Ştoltz) okuyucuya üşengeçlik ile çalışkanlık arasında keskin bir
muhakeme yapma imkanı sunuyor. Aynı zamanda Oblomov’un üşengeçliğinin uç bir
noktada olduğunu söyleyebiliriz. Aylak Adam ise daha ılımlı bir tembellikte.
Onun aylaklığı, içten gelen, daha düşünsel bir aylaklık. Oblomov ise genel
anlamıyla, herhangi bir şekilde hareket ederse fiziksel açıdan zarar
göreceğine, hastalanacağına inandığı için tembellik etmektedir. Her şeye rağmen
bu iki farklı karakterin, ortak bir noktada, “düşünsel hareketlilik, fiziksel
tembellik” noktasında buluştuklarını
söyleyebiliriz.
Yazımı
iki romandan, iki vurucu cümleyle noktalıyorum. Umarım okuyup, kendi
yorumlarınızı da buraya eklersiniz. Kitapla kalın.
“Yoksa her şey benim olmadığım
zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyordu?”
Aylak
Adam
“Yarım kalmış bir adam olduğunu,
ruh güçlerinin gelişmekten kaldığını, hayatına bir ağırlığın çöktüğünü
düşündükçe içi parçalanıyordu. Başkalarının zengin, hareketli hayatını
kıskanıyor; kendi hayatının yolunu ağır bir kaya parçasıyla tıkanmış, daracık,
zavallı bir keçiyolu gibi görüyordu.”
Oblomov
Mak.
Mükemmel bir yazı, eline sağlık.
YanıtlaSilNe ara okuyorsun acaba bu kitapları merak ve takdir ediyorum sevgili Mak. Bu yaz Book May Kill yazılarından okunacaklar listesi yapacağım orası kesin ama.
YanıtlaSilTeşekkür ederim Osmancım :) Kitap tavsiyelerimi enjekte edebildiysem ne mutlu bana.
YanıtlaSilSevgili Adsız arkadaşım, teşekkür ederim sana da :)
YanıtlaSil