Uzun bir ara
vermiş bulunduk bir kere. Çok özür diliyorum ama klavyenin başına her
geçtiğimde yapmam gereken bambaşka bir iş çıkıverdi karşıma. İnsan yaya yaya
üzerinde düşünerek her cümlesini irdeleyerek bir yazı yazmak istiyor. Son
zamanlarda hiçbir şey için yeterince vaktim olmadı. Anlatıvereyim hazır okuyan
bulmuşken…
30 mayısı 31
mayısa bağlayan gece Kordon’da sabahladık. Tam yazacak hikayem oldu diyordum ki
ertesi gün haberleri okuyup videoları izlediğimde tutamadım kendimi.
Telefonlaştık arkadaşlarla elimizde bu sefer bayraklarla indik kordona. Birçoğumuz
gibi ilk defa bir şeylere “hayır, istemiyoruz!” diye bağırıyorduk. O gün erken
döndük, zira bilmiyoruz ne yapmamız gerektiğini. Gittik protestomuzu ettik işte
diye düşünüyorduk. Ancak gece olanları takip ederken yine kanımıza dokundular.
Durunamadık.
Ertesi gün
gavisconlarımızı, maskelerimizi, acil yardım için gerekli olabileceğini tahmin
ettiğimiz malzemelerimizi alıp sağlıkçı/direnişçi kontenjanıyla alandaydık.
Dizimag reklamları gibiydi her şey. Zalim bir diktatör halkına zulmediyordu.
Ekibimizi topladık biz de. Online bir oyunun içine düştük sanki. Grup healer’ı
olarak edebileceğimiz tüm yardımları ettik. Ve o gece revir kurmuş olan
arkadaşlarımız polis tarafından yere yatırılıp dövüldüğünde hala olayın
gerçekliğini tam idrak edememiştik.
Pazar günü
-Allah razı olsun- devletimizin baba tarafını biz de gördük. Gazdan polisten
kaçıp sahil tarafına gelmiştik. 4 kızdık tomalar çimlerin üzerinden bizi
sıkıştırdı. Tomalarla üç posta “ilaçlı”
su ve galonlarca gaz yedikten sonra pes etmiştik. Çöktük yere kaldırdık
ellerimizi “ne olursa olsun artık yeter be” gibisinden. Coplaya söve dağıttılar
bizi. Tam biraz uzaklaştık ama gözümüzü açamıyoruz, size nasıl anlatsam o anı?
Hani böyle kol kola girmişiz önümüzü göremiyoruz acıdan. Sonra yanımızdaki
arkadaşın sesini duydum. Kolumuzdan çıktı zorla, açtım gözümü baktım, mal gibi
polislerin yanına geri dönüyor. Haykırıyoruz “kızım gitmeee!! Gerizekalı geri
dööööön!!” diye. Kızın sırt çantasının fermuarı açılmış. O hengamede düşmüş
cüzdanı. Baktık gitmiş az önce bizi döven polise “abi benim cüzdanım yok”
diyor. Hayır naif midir yoksa şokta mı tam onu ayırt edemedim. Kafaya kodlamış
“cüzdanın kaybolunca polise gidersin” diye herhalde, vücudu “kaaç” diye
bağırırken dönüp böyle bi gerzeklik yapmasını açıklayamadık başka bir şeyle. Ha
sonra ne mi oldu? “Siz hala burada mısınız, siktirin gidin lan buradan” diye
iki cop daha yedi. Döndük eve.
Life may
kill’miş hakikaten de. Biz embesil’ler
ülkenin tarihinden de koşullarımızdan da bihabermişiz. Onu öğrendim. Babama
revirde yenilen dayağı anlatıyordum ki “revirinizi kim koruyordu” dedi. Baktım
suratına bön bön. “baba nalakası var revire kim saldırır ya?” dedim ve babamın
aşağılamalarına ve dalgalarına maruz kaldım. Aslında bizim 10 kişiyle falan
revirin başında bekleyen bi ekibe ihtiyacımız varmış, polisleri sokmamak için
mi ne. Tam anlayamadım ama adama hak vermeden de geçemedim. Divan otele de
saldırdılar zaten bir hafta sonra. Polis falan baya ilginç işler yapıyorlar her
gün bir başka şaşırıyorum.
Neyse, o
değil de kankiler, Basmane taraflarında eski sevgilisinin gözüne talcid sıkan
kız gördüm
ben. Kafasını yan tarafa çevirmişti, hani hala atarlıyım gibisinden ama mağrur
bir ifade de vardı suratında. Faşizm kanlı bıçaklı insanları bir araya
getirebiliyormuş. Gözlerim doldu, sonra baktım sümüğüm akıyor. Polis geliyordu
kaçtık ordan da.
Ayrıca şunu
da fark ettim ki gençlik hiçbir fırsatı kaçırmıyor azizim. Bayramıdır,
kandilidir derken gezi parkı direnişi de “Nasılsın? Sizin oralar çok
karışıkmış, Twitter’da gördüm. Endişelendim” bahanesiyle ex’lerin kavuşma
denemelerine sahne oldu. Arkadaşım var bi tane, sopalı adamlar geldiği için
Alsancak’a doğru koşarken telefonda “Ya iyiyim işte Berk! Ne sorup
duruyorsun?... Hayır ya işte kaçıyoruz şu an. Öf sana ne ya eve gidince falan
arayamam ben, bana karışamazsın” diye atarlanıyordu. Diyeceğim o ki kandiller
bayramlar gibi bu direnişin de kutsal bir yanı var. Unutmayın unutturmayın.
14 haziranda
Fransız Kültür’de TedxAlsancak
organizasyonu vardı. Dilan Bozyel gibi mükemmel bir insanla tanışma fırsatı
buldum. Eğer fırsat bulursanız mutlaka izleyin sunumunu. Gerçekten “ilham
verici” bir öyküsü var. Hakan Bıçakçı da direnişin duvar yazılarını edebiyatçı
bakış açısıyla yorumladı. Bir de çok marifetli slasher Pınar Bekbölet’i izleyip
olduğunuz kişi için tanrıya şükredebilirsiniz. Hele hayata dair pek ciddi ve
önemli addettiği çıkarımlarıyla gününüze neşe katacaktır. (organizasyonla
konuştum videolar temmuz sonunda youtube tedxtalks kanalıyla izlenebilecekmiş.)
Sinan Güler de oradaydı. Aman Allahım nasıl bir güzellik
nasıl bir boy nasıl pos nasıl bir sarışınlık. Aklım başımdan gitti. Her gencin
hayallerini süsleyebilecek bir adam resmen. Ancak sahnede çok heyecanlıydı ve
tabletinden okudu hazırladığı konuşmayı. Gerçekten güzel erkeklerin böyle
sıkıntılar yaşaması beni derinden yaralıyor.
Güzel erkek
demişken, nasıl ki güzel kızlar aptal oluyorsa güzel erkeklerin de aptal olduğu
kanaatindeyim. (eğer nalakası var ben zekiyim eğitimliyim falan diye
atarlanıyorsanız yeterince güzel olmadığınıza eminim) Ya onlara da hak
veriyorum adam adonisiyle halletmiş
bütün sıkıntıları, korteksini kullanmasına gerek kalmamış. Ama yavrum uzun süre
de çekilmiyorlar gerçekten. Güzelin aşığı olmama rağmen insanda çapkınlık
yapacak şevk bırakmıyorlar. Of bir de bunların zengin versiyonu var, kaybolan
potansiyele ağlarsın yemin ediyorum. Geçenlerde bir tanesine denk geldim, adama
o güzel six-packleri ve kutsal protein hatırına 15 dakika boyunca en gelişmiş
ve özelleşmiş canlı türünün insan türü olduğunu anlatmaya çalıştım. Israrla Nasa’daki
adamın gelişmiş olabileceğini sokaktaki adamın olmadığını iddia etti. Suç biraz
da bende, Paramecium’u falan hiç karıştırmayacaktım iyice yandı devreleri.
Kıyamadım sen haklısın dedim geçtim. Nalet olsun içimdeki pozitif ayrımcılığa…
30 haziranda
İzmir’de ilk kez gay pride yürüyüşü
gerçekleşti. Beauty May Kill’den 5 yazar birlikteydik. “Faşizme karşı bacak omuza” “Batsın
batsın ahlakınız batsın” diye bağıra bağıra sesimiz kısıldı. Sesim
telefonda trans gibi çıkıyor. Translar için de yürüdük o yüzden çok üzülmüyorum
bu duruma. Gerçi trans göremedim orada. Bornova sokağındaki kardeşler neden
katılmadı diye düşünmedim desem yalan olur. Gönül istiyor ki daha kalabalık
olalım daha yüksek sesle duyuralım derdimizi. Yine de ne diyoruz? “Bu daha
başlangıç mücadeleye devam”. Art May Kill’den Başak da “Cinsel-Devrim-ÖZ GÜR LÜK” sloganını atalım dedi, kortejdeki
kızıllar aşina olmadığı için başaramadık. Buradan bağırmış olalım, yaratıcı
fikirler yok olmasın…
Çocuk da
kariyer de yapabilen insanlar varken hem direnip hem dersleri vermek konusunda
bu kadar zorlanmak kanıma dokunmadı değil. Bir de bizim fakültenin sistemi
içinde ezilip yok olduk resmen. Bütün sınavlardan geçer not almama rağmen
geçememem kendimi duvardan duvara çalmak istemememe, okulu da provakatör gibi
molotoflama arzusuyla yanıp tutuşmama sebep oluyor. Yakacağım dekanlık binasını
o olacak sonunda. Hali hazırda tercih dönemi, hangi okulu bölümü yazacaksanız
mutlaka o okulda en az 2 senesini geçirmiş bir bilenle konuşun da öyle karar
verin. Aman diyeyim ne kadar önemli olduğunu insan o zaman idrak edemiyor tam,
hayatının en önemli anlarından biri resmen, azcık ciddiyeti hak ediyor.
Hepinizi tebrik ediyor, iyi şanslar diliyorum. Bir sonraki yazıda görüşmek
dileğiyle. Direnişle kalın xoxo!!!
Senjar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder