13 Temmuz 2013

Hayat Gerçekten Öldürür

Uzun bir ara vermiş bulunduk bir kere. Çok özür diliyorum ama klavyenin başına her geçtiğimde yapmam gereken bambaşka bir iş çıkıverdi karşıma. İnsan yaya yaya üzerinde düşünerek her cümlesini irdeleyerek bir yazı yazmak istiyor. Son zamanlarda hiçbir şey için yeterince vaktim olmadı. Anlatıvereyim hazır okuyan bulmuşken…

30 mayısı 31 mayısa bağlayan gece Kordon’da sabahladık. Tam yazacak hikayem oldu diyordum ki ertesi gün haberleri okuyup videoları izlediğimde tutamadım kendimi. Telefonlaştık arkadaşlarla elimizde bu sefer bayraklarla indik kordona. Birçoğumuz gibi ilk defa bir şeylere “hayır, istemiyoruz!” diye bağırıyorduk. O gün erken döndük, zira bilmiyoruz ne yapmamız gerektiğini. Gittik protestomuzu ettik işte diye düşünüyorduk. Ancak gece olanları takip ederken yine kanımıza dokundular. Durunamadık.

Ertesi gün gavisconlarımızı, maskelerimizi, acil yardım için gerekli olabileceğini tahmin ettiğimiz malzemelerimizi alıp sağlıkçı/direnişçi kontenjanıyla alandaydık. Dizimag reklamları gibiydi her şey. Zalim bir diktatör halkına zulmediyordu. Ekibimizi topladık biz de. Online bir oyunun içine düştük sanki. Grup healer’ı olarak edebileceğimiz tüm yardımları ettik. Ve o gece revir kurmuş olan arkadaşlarımız polis tarafından yere yatırılıp dövüldüğünde hala olayın gerçekliğini tam idrak edememiştik.

Pazar günü -Allah razı olsun- devletimizin baba tarafını biz de gördük. Gazdan polisten kaçıp sahil tarafına gelmiştik. 4 kızdık tomalar çimlerin üzerinden bizi sıkıştırdı. Tomalarla üç posta “ilaçlı” su ve galonlarca gaz yedikten sonra pes etmiştik. Çöktük yere kaldırdık ellerimizi “ne olursa olsun artık yeter be” gibisinden. Coplaya söve dağıttılar bizi. Tam biraz uzaklaştık ama gözümüzü açamıyoruz, size nasıl anlatsam o anı? Hani böyle kol kola girmişiz önümüzü göremiyoruz acıdan. Sonra yanımızdaki arkadaşın sesini duydum. Kolumuzdan çıktı zorla, açtım gözümü baktım, mal gibi polislerin yanına geri dönüyor. Haykırıyoruz “kızım gitmeee!! Gerizekalı geri dööööön!!” diye. Kızın sırt çantasının fermuarı açılmış. O hengamede düşmüş cüzdanı. Baktık gitmiş az önce bizi döven polise “abi benim cüzdanım yok” diyor. Hayır naif midir yoksa şokta mı tam onu ayırt edemedim. Kafaya kodlamış “cüzdanın kaybolunca polise gidersin” diye herhalde, vücudu “kaaç” diye bağırırken dönüp böyle bi gerzeklik yapmasını açıklayamadık başka bir şeyle. Ha sonra ne mi oldu? “Siz hala burada mısınız, siktirin gidin lan buradan” diye iki cop daha yedi. Döndük eve. 

Life may kill’miş hakikaten de. Biz embesil’ler ülkenin tarihinden de koşullarımızdan da bihabermişiz. Onu öğrendim. Babama revirde yenilen dayağı anlatıyordum ki “revirinizi kim koruyordu” dedi. Baktım suratına bön bön. “baba nalakası var revire kim saldırır ya?” dedim ve babamın aşağılamalarına ve dalgalarına maruz kaldım. Aslında bizim 10 kişiyle falan revirin başında bekleyen bi ekibe ihtiyacımız varmış, polisleri sokmamak için mi ne. Tam anlayamadım ama adama hak vermeden de geçemedim. Divan otele de saldırdılar zaten bir hafta sonra. Polis falan baya ilginç işler yapıyorlar her gün bir başka şaşırıyorum.
           
Neyse, o değil de kankiler, Basmane taraflarında eski sevgilisinin gözüne talcid sıkan
kız gördüm ben. Kafasını yan tarafa çevirmişti, hani hala atarlıyım gibisinden ama mağrur bir ifade de vardı suratında. Faşizm kanlı bıçaklı insanları bir araya getirebiliyormuş. Gözlerim doldu, sonra baktım sümüğüm akıyor. Polis geliyordu kaçtık ordan da.

Ayrıca şunu da fark ettim ki gençlik hiçbir fırsatı kaçırmıyor azizim. Bayramıdır, kandilidir derken gezi parkı direnişi de “Nasılsın? Sizin oralar çok karışıkmış, Twitter’da gördüm. Endişelendim” bahanesiyle ex’lerin kavuşma denemelerine sahne oldu. Arkadaşım var bi tane, sopalı adamlar geldiği için Alsancak’a doğru koşarken telefonda “Ya iyiyim işte Berk! Ne sorup duruyorsun?... Hayır ya işte kaçıyoruz şu an. Öf sana ne ya eve gidince falan arayamam ben, bana karışamazsın” diye atarlanıyordu. Diyeceğim o ki kandiller bayramlar gibi bu direnişin de kutsal bir yanı var. Unutmayın unutturmayın.

14 haziranda Fransız Kültür’de TedxAlsancak organizasyonu vardı. Dilan Bozyel gibi mükemmel bir insanla tanışma fırsatı buldum. Eğer fırsat bulursanız mutlaka izleyin sunumunu. Gerçekten “ilham verici” bir öyküsü var. Hakan Bıçakçı da direnişin duvar yazılarını edebiyatçı bakış açısıyla yorumladı. Bir de çok marifetli slasher Pınar Bekbölet’i izleyip olduğunuz kişi için tanrıya şükredebilirsiniz. Hele hayata dair pek ciddi ve önemli addettiği çıkarımlarıyla gününüze neşe katacaktır. (organizasyonla konuştum videolar temmuz sonunda youtube tedxtalks kanalıyla izlenebilecekmiş.)

Sinan Güler de oradaydı. Aman Allahım nasıl bir güzellik nasıl bir boy nasıl pos nasıl bir sarışınlık. Aklım başımdan gitti. Her gencin hayallerini süsleyebilecek bir adam resmen. Ancak sahnede çok heyecanlıydı ve tabletinden okudu hazırladığı konuşmayı. Gerçekten güzel erkeklerin böyle sıkıntılar yaşaması beni derinden yaralıyor.


Güzel erkek demişken, nasıl ki güzel kızlar aptal oluyorsa güzel erkeklerin de aptal olduğu kanaatindeyim. (eğer nalakası var ben zekiyim eğitimliyim falan diye atarlanıyorsanız yeterince güzel olmadığınıza eminim) Ya onlara da hak veriyorum adam adonisiyle halletmiş bütün sıkıntıları, korteksini kullanmasına gerek kalmamış. Ama yavrum uzun süre de çekilmiyorlar gerçekten. Güzelin aşığı olmama rağmen insanda çapkınlık yapacak şevk bırakmıyorlar. Of bir de bunların zengin versiyonu var, kaybolan potansiyele ağlarsın yemin ediyorum. Geçenlerde bir tanesine denk geldim, adama o güzel six-packleri ve kutsal protein hatırına 15 dakika boyunca en gelişmiş ve özelleşmiş canlı türünün insan türü olduğunu anlatmaya çalıştım. Israrla Nasa’daki adamın gelişmiş olabileceğini sokaktaki adamın olmadığını iddia etti. Suç biraz da bende, Paramecium’u falan hiç karıştırmayacaktım iyice yandı devreleri. Kıyamadım sen haklısın dedim geçtim. Nalet olsun içimdeki pozitif ayrımcılığa…

30 haziranda İzmir’de ilk kez gay pride yürüyüşü gerçekleşti. Beauty May Kill’den 5 yazar birlikteydik. “Faşizme karşı bacak omuza” “Batsın batsın ahlakınız batsın” diye bağıra bağıra sesimiz kısıldı. Sesim telefonda trans gibi çıkıyor. Translar için de yürüdük o yüzden çok üzülmüyorum bu duruma. Gerçi trans göremedim orada. Bornova sokağındaki kardeşler neden katılmadı diye düşünmedim desem yalan olur. Gönül istiyor ki daha kalabalık olalım daha yüksek sesle duyuralım derdimizi. Yine de ne diyoruz? “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”. Art May Kill’den Başak da “Cinsel-Devrim-ÖZ GÜR LÜK” sloganını atalım dedi, kortejdeki kızıllar aşina olmadığı için başaramadık. Buradan bağırmış olalım, yaratıcı fikirler yok olmasın…


 Çocuk da kariyer de yapabilen insanlar varken hem direnip hem dersleri vermek konusunda bu kadar zorlanmak kanıma dokunmadı değil. Bir de bizim fakültenin sistemi içinde ezilip yok olduk resmen. Bütün sınavlardan geçer not almama rağmen geçememem kendimi duvardan duvara çalmak istemememe, okulu da provakatör gibi molotoflama arzusuyla yanıp tutuşmama sebep oluyor. Yakacağım dekanlık binasını o olacak sonunda. Hali hazırda tercih dönemi, hangi okulu bölümü yazacaksanız mutlaka o okulda en az 2 senesini geçirmiş bir bilenle konuşun da öyle karar verin. Aman diyeyim ne kadar önemli olduğunu insan o zaman idrak edemiyor tam, hayatının en önemli anlarından biri resmen, azcık ciddiyeti hak ediyor. Hepinizi tebrik ediyor, iyi şanslar diliyorum. Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle. Direnişle kalın xoxo!!!


Senjar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

.