29 Mart 2014

Life May Kill, So We’ll Be Dead

Senjar
Life May Kill

Yapayalnız geçen sevgililer gününden sonra kendimi kapatayım, etraftan elimi eteğimi çekeyim dedim… Sonra sınavı falanı filanı vardı cebelleştim durdum. O arada, ne yaptıysam unutamadığım blogta 3 ayda 1 muhakkak bahsettiğim ex-boyfriend’im ile tekrar görüştüm ve tekrar görüşmemeye karar verdim. O ilişkiyi bırgalayıp yazıp sündürecektim açıkçası. Ey sen, ey aşk, ey acı işte nasıl beni perişan ettin sensiz bir hiçim temalı. Bu süreçte Berkin Elvan’ı kaybettik hepimizin bildiği gibi, sokaklara döküldük. Gazıdır suyudur çeviğidir… Ya arkadaşlar ülkenin şu halinde böyle yavşakça şeyler söylemek istemiyorum ama ne zaman ben bu gerizekalıyla ilgili acı çeksem bir şey oluyor arkasından bir TOMA üzerimden geçiveriyor. Unutmamı sağlıyor mu, bilmem. Sağlamıyor sanırım hala bak onun hakkında yazıyorum. Neyse zaten bi hatunla direnirken gördüm kendisini. Serseri…

Sınavları verdim, attım kendimi memlekete. Adamı sürekli rüyalarımda filan görüyorum, dedim tamam haydi Senjar’cım aç laptopunu koy arkaya Daft Punk, dök içindeki aşk acısını…

Dökemedim.

Sabahları kardeşim LOL denen çağımızın erkeklerinin en büyük hastalığı olan oyunu oynamak için uyanması gereken saatten 1 buçuk saat önce uyanıyor. Kulaklığını takip “ULTİYE VER BERKAAAAAAY” diye kükrüyor, haliyle gözümü açıveriyorum “neler oluyor amk” gibisinden. 

Bu sabah kalkıp su içeyim dedim. Ebeveynlerim daha işe gitmemişti. Babama bir baktım, rengi kül gibiydi, omzunun, sırtının ve kolunun ağrıdığını söylüyordu nefes alıp vermekte zorlanıyordu.

Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Bir an çok kısa bir an sanki gözlemci bakış açısıyla anlatılan bir romanın içinde gibiydim. “Yaşlı adam her zamankinden daha sarıydı o sabah. Karısı endişeli gözlerle ona bakıyordu. İçeriden ergen çocuklarının “CANGIL GİDELİM” diye bağırdığı duyuluyordu. Neden sonra aralarından birisi “hastaneye gidelim” demeyi akıl etti… 

Olayı daha fazla sulandırmak, okuyanı ağlatmak, dramlar çıkarmak istemiyorum. Normalde yapardım. Ama bugün istemiyorum. Olanı olduğundan daha yüzeysel geçeceğim. Tahlili tetkikleri filan yapıldı. Yorgunluğa bağlı spazm geçirmiş, ciddi bir şeyi yokmuş babamın.

Ekg’yi, kardiyak enzimleri sonuçları filan kendi gözlerimle görmüş olmama rağmen, hala bir şeyi yok demelerine inanamıyorum. Yani sanki bir şeyi gözden kaçırıyorlar gibi geliyor. İçimdeki bu huzursuzluk nasıl geçecek hiç bilmiyorum. Böyle şeyler düşünmekten de nefret ediyorum.

Babalar, babalarımız…

Daddy issues, günlük hayatta üzerinde sıklıkla durduğumuz bir konu. Babalarından istedikleri gibi doyurucu bir sevgi alamayan arkadaşlarımızın arka arkaya yaşadığı yıkıcı ve yorucu ilişkileri üzerine yıktığımız sebep… 

Hoşlandığımız her insanın bir öncekine benzer tutumları, olur da makro bakmayı başarabilirsek babamızı andırmaları… Konuyu biraz daha kurcaladığımızda zaman zaman hepimizin bir yerlerde muhakkak duyduğu “Elektra kompleksi” ve “Oedipus kompleksi” kavramları gelecektir aklımıza. 

Tüm bunları açıklamadan önce annesi Amelia Nathanson’un ilk göz ağrısı; “Annesinin kayıtsız şartsız göz bebeği olmuş, bir adam, ömür boyunca kendini Fatih gibi hisseder. İşte, başarılı olacağına duyduğu bu güven çoğu kez gerçek başarıyı da doğurur.” sözünün sahibi Sigmund Freud’dan bahsedelim.

Bazen de bir puro yalnızca bir purodur temsili

1856 yılının bahar aylarında Avusturya-Macaristan İmparatorluğunda dünyaya gelen Freud’un atalarının Yahudi olduğunu biliyoruz. Günümüzde ise çeşitli otoriteler tarafından “tırt” ve “sapıkça” bulunan görüşlere sahip. Geçmişte psikanaliz çok uzunca bir süre tıp camiasından dışlandı, dayandığı temeller eleştirildi, bilimsel kabul edilmedi. Dönemindeki aforozun sebebinin Freud’un cinsellik ve libidoyla ilgili aykırı fikirleri olduğu kadar Yahudiliğinin -yahudi düşmanlığı çok modaydı o zamanlar- etkili olduğu hakkında görüşler var.

Şimdilerde liselilerimizin bile ağzından düşürmediği libido kavramını cinsel kökenli en çok bastırdığımız içgüdü olarak tanımlamış. Bunların yanında içimizden gelen etrafta gördüğü şeyleri hayvan gibi her koşulda isteyen benliğimize id adını vermiş. İçimizdeki bu hayvanla çevre arasında dengeyi sağlamaya çalışan parçamıza ise ego, çevremizdeki toplumsal değer bütünüyle hareket etmemizi sağlama görevine de süperego ismini vermiş. Sınıfınızdaki yakışıklı çocuğu arzulayan id’iniz, onun sevgilisi olduğunu ve ona yazmanızın kabul edilemez olduğunu size söyleyen süperego’nuz ile kavga ederken ego’nuz size başka erkeklerle ilgilenmeniz gerektiğini aslında çocuğun o kadar da yakışıklı olmadığını eğer bir gün ilişkileri biterse tekrar deneyebileceğinizi söyleyerek aralarında bir uzlaşım sağlamaya çalışır. Eğer bu uzlaşım sağlanamazsa ruhunuz hastalanır.

Ebeveynlerle ilişkili kısma gelmek için ise gelişim dönemlerinden bahsedeyim. Freud, gelişim dönemini ise oral, anal, fallik, gizlilik ve ergenlik gibi 5 dönemde incelemiş. 


 Oral dönem, hayvan id’in etkisi altında geçen karnım mı acıktı hemen doyurulsun, altıma mı sıçtım hemen temizlensin, bunu ben yapamıyorum anne yapsın gibi bir öğrenimle 2 yaşında kadar geçen süredir.

Sonrasında anal dönem (2-4 yaş) gelir. Tuvalet alışkanlığı kazandırılmaya çalışan çocuk artık her isteğinin koşulsuz yapılmadığını görür. Altına kaçırırsa mesela, ayıplanır. Dışkı tutma ve boşaltma halinden aldığı hazzı anasının istediği yer ve zamanda yaparak çevreden alkışları toplar. Böylece toplumdaki iyi, kötü, yanlış, ayıp gibi şeyleri öğrenir.

Şimdi geldik üzerinde asıl duracağımız dönem olan fallik döneme.

4-5 yaşlarındaki bebe artık cinsel organı olduğunu fark eder. Ve bu dönemde tüm ilgisi oradadır. Kendi anatomisiyle karşı cinsin anatomisi arasındaki farkları görmesiyle sıkıntılı dönem başlar tahmin edeceğiniz gibi.  Çocuğun zihni bulanır. Freud’un bu dönemle ilgili fikirleri bence çok enteresan. Her iki cinsiyetteki çocukların, ya annelerini çocuk sahibi yapabileceklerini düşündüğünü ya da anal yoldan kendilerinin çocuk üretebileceklerine inandığını iddia eden Freud başlangıçta hem kız hem de erkek çocuğun anneyi arzuladığını ve bu arzulamadan kaynaklanan baba korkusunun yol açtığı “katrasyon” karmaşası evresine girdiğini söyler. Bu karmaşa erkeklerde penis kaybetme kaygısını, kızlarda ise penisten yoksun olma kaygısını başlatır der. Açıkçası sıçarak çocuk yapabileceğimi düşündüğüm bir dönem hatırlamıyorum. Ama heterohegemonyalı toplumumuzda penisin üzerine yüklenmiş bu kadar anlam varken ilerleyen yaşlarda bile ah bir penisim olaydı diyen kızların, penis boyutuyla güç gösterisi yapan ve kendini “rocco” gibi hisseden erkeklerin varlığı bu fikre kökten çöp dememi engelliyor takdir edersiniz ki. Neyse, devam edelim…

Erkek çocuk, annesine duyduğu cinsel arzulardan ötürü babasının kendisini penisini keserek cezalandıracağı kaygısını yaşadığı için babasından nefret ederken bir yandan da babası gibi olmayı istemektedir. Nefret ettiği babasına aynı zamanda sevgi duyması Oedipus karmaşasının içeriğini oluşturmaktadır. Aslında Oedipus, Yunan mitolojisinin bahtsız bir karakteridir. Oedipus’un babası Kral Laios, tecavüz ettiği Pelops tarafından oğlunun kendisini öldüreceğiyle lanetlenir ve her kralın yaptığı hataya düşer. Oedipus’un öldürülmesini emreder. Hikaye tanıdık, bebeği öldürmeye kıyamayan görevli onu çobana emanet eder. Çoban ise onu çocuğu olmayan bir kral ve kraliçeye verir. Evlatlık olduğunu yıllar sonra bir şölende anlayan Oedipus, analığından ve babalığından tatmin edici bir cevap alamayınca yollara düşer. Gittiği kahinler ona pislik muamelesi yapar, babasını öldürüp annesiyle evleneceğini ve zina ürünü bir soyu olacağını söylerler. Yavrum Oedipus da bundan korkup o diyarları terk eder. Yolda karşılaştığı bikaç hizmetçisi olan yaşlı bi adam buna sataşınca onu öldürüverir. Ve tesadüfe bakın ki bu babasıdır. Tabi bizim kadersiz oğlan bunu bilmez. Yoluna devam eder. Gerçek ailesinin olduğu krallığa musallat olmuş bir canavarı bertaraf eder. Halk kahramanı olur ve kraliçeyle evlendirilip kral ilan edilir. Lanet gerçekleşmiştir.

Böyle bir mitin olması Freud’un kabul edilmesi zor görünen fikirlerine sempati duymamı sağlıyor açıkçası. Çünkü dikkat ederseniz, hikayede Kral Laios annesini aldatan uçkuru yüzünden lanetlenen pislik bir adam. Tüm bunlar yetmez gibi lanete inanıp oğlunu öldürmeye kalkmış, zerre çocuk sevgisi de yok adamda. Oedipus hakkı olan krallıktan alınmış, hayata yenik başlamış, hiçbir şeyden zerre haberi olmayan masum bir karakter. Üstelik halkını da amansız bir kötülükten kurtaracak kadar yiğit. Annesinin, annesi olduğunu bilmiyor. Yani demek istediğim hikayeyi okuduğunuzda Oedipus’a sempati duyuyor ve kendisini suçlu bulmuyorsunuz. Her toplumda tarihler boyunca lanetlenen ensesti aklayan bir mit olması bana ilginç gelen bir nokta. Mitolojiyi bırakıp Freud’a dönecek olursak ona göre bu karmaşanın çözümü Oedipusluk yapmak değil ensest yasağını tanıyarak anneden vazgeçmek ve babayla özdeşleşmek.

Kız çocukları için açıklananlardan anladığım kadarıyla ne yazık ki erkeklerinkinden daha güç bir deneyim bu. Çünkü Freud kız çocuğun eskiden bir penise sahip olduğunu ancak bu organın, annesi tarafından çalındığını kurguladığını öne sürer. Bir parça kas ve damar ağıyla örülmüş penisin sahip olduğu simgesel anlamın büyüklüğü yüzünden annesinin buna sahip olmaması annenin değerini kızın gözünde düşürür ve babanın değerini artırır. Libidosu anneden babaya yönelir, penis sahibi olma isteği, yerini çocuk sahibi olma isteğine bırakır ve anneye kıskançlık duyulur. Elektra Karmaşası olarak adlandıran durum budur. (Freud her ne kadar bu isimlendirmeye karşı çıksa da pek çok yerde bu şekilde geçiyor. Freud kızdaki karmaşayı da Oedipus ismiyle anıyor, Elektra’nın hikayesi Oedipus’unki kadar vurucu ve net olmadığından sanırım.) Dolayısıyla erkeklerde anneden vazgeçip babayla özdeşleşmek kolayken, kızlarda penise imrenme, anneyi değersizleştirme olduğu için anneyle özdeşleşme o kadar kolay olmaz.

Kızların çözülmesi daha zor olan bu karmaşa sebebiyle eş seçimlerindeki sıkıntıları da Freud’un kendi cümleleriyle anlatalım:

“(...) Kızın babaya bağlılığı aynen devam ediyorsa seçimi ebeveyn tipine uygun olacaktır.  Annesinden babasına yöneldiği zaman annesiyle olan ilişkisindeki ikircikli düşmanlık aynen kaldığı için bu tür bir seçimin mutlu bir evliliği garantilemesi gerekir. Ama birçok olayda böyle bir seçim ikircikten kaynaklanan çatışmanın çözümü için genel bir tehlike içerir. Geride kalan düşmanlık, pozitif bağlanmayı izleyerek yeni nesneye de yönelecektir. Zaten başından babanın varisi olan (yerini alan) koca, bir süre sonra annesinin de varisi olacaktır. Dolayısıyla tıpkı çocukluk yaşamının ilk yarısının annesine yönelik bir başkaldırıyla geçmesi gibi sonraki yaşamının ikinci yarısı da kocasına karşı giriştiği bir mücadeleyle geçebilir.”

Freud’u benimseyip benimsememek size kalmış. İlginizi çektiyse kuramlarını biraz daha detaylı inceleyebilirsiniz. Bence kadınların karmaşıklığını erkeklerden daha histerik olduğunu ve özellikle karşı cins ebeveyn aşıklığının çok daha ileri yaşlara kadar devam ettiğini güzel hipotezlerle açıklıyor. Kurtulunmadığı takdirde kadınların ilişkilerde de bu çelişkili duygular sebebiyle ömürlük mutsuzluklara davetiye çıkardığını söylüyor. Aklınıza takılanları, fikirlerinizi ve merak ettiklerinizi yorum kısmına yazarak LifeMayKill’i şenlendirebilirsiniz.

Hepinize çocukluk travmalarını çözdüğünüz, sağlıklı bir yetişkin hayatı diliyorum.

Karmaşasız kalın. Xoxo 

7 yorum:

  1. harika bi yazı çok beğendim

    YanıtlaSil
  2. Uzun zamandır, bu denli hem öğretici hem de eğlendirici bir yazı okumamıştım. Bazı cümleleri 3-4 defa okudum, o derece zevkli. <3

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. beğendiğine çok sevindim. hep sen mi bize güzel ve eğlenceli yazı okuma keyfini yaşatacaksın :))

      Sil
  3. SONSUZA KADAR BÖYLE ŞEYLER ANLATSAN DA DİNLESEK

    YanıtlaSil
  4. Yazını geç okuyabildim. Sen daha sık yaz istiyorum biliyor musun Senjar? Eğlendim, öğrendim, araştırma eğilimim arttı. Başarılısın!

    YanıtlaSil
  5. Bu sefer yazılarınızı okumakta oldukça geciktim. Ama sana şunu diyeyim dibim düştü yazını okurken, ekrana kilitlendim. Freud'un ilk bakışta basit görünen fakat anlaması bir hayli zor, karmaşık bazı görüşlerini çok güzel, güncel, anlaşılır bir dille yazmışsın. Yazın hem çok öğretici hem de eğlenceli olmuş. Şimdi bir daha okumayı planlıyorum. Ellerine sağlık canım...

    YanıtlaSil

.