Dostoyevski
okuyunca hayatımı 1800’lü yıllarda Rusya’da yaşayan, düşük gelirli bir memur
ailesinin buhranlı, küçük ve hastalıklı kızın hayatıymışçasına benimsiyorum,
nedensiz yere acı çekip dertleniyorum. Böyle bir gereksiz acılar, bir anlamsız
oflayıp poflamalar, kaş çatmalar, ani üşüme nöbetleri ve ağlamaklı olmalar…
Hayatıma renk getirmek için yapmayacağım şey yok doğrusu, ne kadar da çılgınım.
Neyse işte Rus Edebiyatı’nın bende böyle bir etki bırakması, zaten
depresifleşip dünyanın kapitalist düzenin kölelerinden oluşan bir bok çukuru
olduğunu düşünmeye elverişli bünyemi ve ister istemez de hayatımı etkiliyor.
Kapitalizm ne alaka derseniz cidden bilmiyorum, Mikroiktisat çalışıyorum bu
ara, ota boka “Bunlar hep kapitalist
düzen ah mother nature neler çektin annesi!” şeklinde tepki vermeme yol
açıyor, affedin. Ne diyorduk, Dostoyevski. Ben o zaman izninizle yardırıyorum.
Netoçka Nezvanova, Dostoyevski’nin ilk roman denemesi olması nedeniyle
oldukça önemli bir eser. Kardeşine yazdığı mektupta “itiraf biçiminde büyük bir roman” yazmak istediğini söyleyen
Dostoyevski, 1849 yılında tutuklanıp Sibirya’ya sürgün edilmesiyle başladığı
romanı yarım kaldı ve geri döndüğünde de bu romanına geri dönmedi ya da
dönemedi. Bu kadar büyük travmatik bir olaydan sonra da önceki hayatında
başladığı romana dönüp hiçbir şey olmamış gibi yazmasını en azından ben
beklemezdim zaten. Ayrıca kitabı bitirse, psikolojisi ve kişiliği değişmiş bir
insan olarak çok daha farklı ve derin yazacağı için (bunu sonraki eserlerinde
görüyoruz.) romanın bütünselliği bozulacaktı zaten. Dostoyevski’ye de hak
verdikten sonra, kitabın konusuna geçebiliriz. Romanın ana karakteri Netoçka
isminde; çilekeş annesi ve müzisyen babasıyla yaşayan, aile içerisindeki
sorunlarla küçük yaşta tanışmış bir kız. Annesinin acılı ve çileli yaşamı, babasının
bencilliği ve işgüzarlığı, babasına duyduğu sevgi (bunu bazı kısımlarda aşk
olarak adlandırmıştır roman kahramanımız.) ve yaşamaya istekli küçük bir kız.
Netoçka Nezvanova ismi Rusça’da “adı yok” gibi bir anlama geliyor, yani Netoçka
romana Dostoyevski’ye göre “adı olmayan
küçük bir kız” olarak başlıyor. Netoçka’nın yaşamını şekillendirecek
olaylar hiç umulmadık şekilde gelişiyor ve Netoçka kendini tamamen farklı bir
dünyada buluyor. Ona çok uzak gelen bu dünya kendisini psikolojik anlamda da
hem olumlu hem de olumsuz yönlerde etkiliyor. Netoçka’nın karşılaştığı dramatik
olayla birlikte kitap da sona eriyor. Netoçka’nın hem ezik hem gururlu, hem
çekingen hem baskın karakter(ler)ini hissedip, yaşadığı ikilemleri, çektiği
acıları, Dostoyevski’nin psikolojik analiz yeteneği yardımıyla, benimseyeceğinizi garanti ederim.
Netoçka’nın
babasına duyduğu sevgiyi aşk olarak adlandırdığını söylemiştik ya, yine aynı
şekilde Netoçka küçük bir kızken yine küçük bir kız olan Katya’ya karşı
beslediği hayranlık ve sevgiyi zamanla “aşk” olarak tanımlıyor. Bu kısımda da
ben, Dostoyevski’nin psikolojik buhranların ortasındaki küçük bir kızın
kalbindeki sevgiyi aktarma biçiminin zamanla sevgi gösterecek kimsesi
kalmadığından, hayranlık duyduğu kişiye şiddetle aktardığını ve bunu aşk olarak
nitelediğini düşünüyorum. Sonsözü yazan Konstantin Mochulsky’ye göre ise
“Katya’ya ve babasına karşı beslediği sevgi konusunda da neredeyse aynı
kelimeleri kullanmıştır Netoçka. Burada Dostoyevski’nin ikinci defa çocuk
duyarlılığını patolojinin sınırına dayanmış, erotik bir öğe olarak resmettiğini
görürüz.”
Psikolojik
analiz boyutunda bir sorunumuz olmadığına göre hiç mi olumsuz bir yönü yok bu
kitabın derseniz, evet var tatlım! Romanımız Netoçka’nın hayatının 3 kısmını
içeriyor, okuduğum kitapta 7 bölüm yer alsa da, kitapta ana hatlarıyla 3 ana
bölüm bulunuyor. Bu üç ana bölümün de, birbirinden kopuk şekilde şekillendiği
ve üç ayrı öyküymüşçesine var olduğu söyleniyor; fakat bana kalırsa bölümleri
birbirine bağlayan gayet net işaretler var. Ben okurken bu durumun
rahatsızlığını hissetmedim, bakalım siz okursanız ne düşüneceksiniz bu konuda
ya da okuduysanız ne düşünüyorsunuz?
Kitabın
konusu hakkında ayrıntılı bilgi vermek istemiyorum zira romanı okurken
değişimleri hissetmeniz daha hoş bir deneyim olacaktır sizin için. Kitap yarım
kaldı diye hüzünlenen bünyemi Konstantin Mochulsky‘nin sonsözüyle yatıştırdım
ve sonsözde yapılan incelemelerle kendimden geçtim. (Kendisinin Dostoyevsky,
His Life and Work isimli bir kitabının olduğunu öğrenince, kitabı bulma
girişimlerine başladım.) Ciddi anlamda romanı okurken düşündüğüm şeylerin ete
kemiğe bürünmüşçesine, sonsözde karşıma çıkması beni öyle mutlu etti ki bunu
sizinle paylaşmak istedim. Bu güzel ve kapsamlı sonsözden de kısacık bahsetmek
isterim:
Konstantin
Mochulsky, sonsözünde Dostoyevski’nin sürgünden döndükten sonra yazdığı
romanlarındaki karakterlerden ve bu karakterlerin, psikolojik ve davranışsal
olarak temelini oluşturan Netoçka Nezvanova’daki karakterleri karşılaştırmış ve
eşleştirmiştir. Eğer 3-4 tane Dostoyevski romanı okuduysanız, bu sonsözü
okuduktan sonra kendisiyle aynı görüşleri paylaşacağınıza eminim, zira karakter
analizlerinde usta bir insanı ustaca incelemiş olan Mochulsky’ye saygı duydum.
Alıntı
time!
“Aynı
gün akşamüstü, bütün varlığımla sevdiğim, benimsediğim her şeyi kalbimden
ikinci kez çıkartıp atarak başka bir ailenin yanına, başka bir eve, başka
insanların arasına gittim. Bitiktim, içim sızlıyordu… Burada yeni öyküm
başlıyor…”
“Babamın
verdiği yanıtlara daha da kızan annem eline ne geçerse fırlatıyordu ona. Birden
ağlamaya, çığlıklar atmaya başladım. Onlara doğru koştum. Korkmuştum, sımsıkı
sarıldım babama. Korumaya çalıştım onu.”
“Anımsıyorum
bazı geceler uyanıyordum. Kalkıp parmaklarımın ucuna basa basa küçük prensesin
yanına gidiyordum. Mışıl mışıl uyuyan Katya’yı gece lambamızın zayıf ışığı
altında saatlerce seyrediyordum.”
Not:
Ben genelde önsöz, sonsöz falan okumaz; emeeen der geçerdim ama meğersem
sonsözler önemliymiş çocuklar.
Not:
Ergin Altay’ın çevirmenliğiyle İletişim Yayınları’nınkini almıştım ben.
Öneririm.
Kitapla
kalın.
Mak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder