Uzun
zamandır yazmak istediğim isim John Mayer. Biliyorum kendisi indie değil ama
John Mayer dinleyip de onun hakkında yazmamak olmazdı. Çünkü kendisi inanılmaz
bir müzisyen bana kalırsa. Her albümünü büyük zevkle dinliyor, bir dinlemeye
başladım mı haftalarca John Mayer'siz günüm geçmiyor. Hazır kendisi yeni albümü
“Paradise Valley”i çıkarmışken; ben de boş durmadım hem yeni albümünü
hem de John Mayer aşkımı aktarabileceğim bir yazı yazmaya karar verdim.
Öncelikle
kısaca John Mayer'den bahsedeyim. Bu kadife sesli Amerikalı sanatçı 1977
doğumlu. (Yani benden tam anlamıyla 15 yaş büyük, ama aşk yaş falan dinlemez
tabii) 2001'de çıkardığı ilk albümü Room for Squares'ten itibaren 6
albümü bulunmakta. 7 tane de Grammy albümü var John'un. Son yıllarda Grammy
ödüllerinde adaylıkla yetinse bile şimdiye kadar aldığı Grammy'ler bence
yeterli. Özel hayatıyla da gündemden çoğu zaman düşmüyor; Jennifer Aniston, Jessica
Simpson ile çıktığı zamanları var. Öyle ki üstte 15 yaşın muhabbetini yaptım;
John Mayer'in isminin Taylor Swift ile anıldığı bile oldu. Şimdilerde ise
kendisi ünlü popçu Katy Perry ile beraber. Bir ara ayrıldılar ama şimdi yine
beraberler. İkisinin de yeni albümlerinin de çıkışı, bayağı da başarılı
olmaları aşkın iki ünlüye de yaradığını göstermiyor değil.
(Yürüyüşe çıkan ünlü fotoğralarına bayıldığım
gibi bu ünlülerden birinin John Mayer olduğunu görmek de ayrı bir mutlu ediyor
beni. Yerim ben bu adamı, yerim.)
Gelelim
yepisyeni John Mayer albümü “Paradise Valley”e. 2012'de çıkardığı “Born and
Raised”i takiben hemen çıkardığı bu albüm de bir önceki albümü gibi country
ezgilerini bayağı taşıyor. Önceki albümlerinden ayırıyor böyle bu albümlerini.
2012'de Montana'ya taşınmasının da etkisi olabilir bu albümlerinin country
esintisi taşımasının. İlk 4 albümünde daha pop-jazz tınılarıyla tanıdığım ve
sevdiğim JM'in üç yıl sonra iki country'imsi albümüyle dönmesi beni başlangıçta
biraz korkutmuştu. “Acaba eskisi gibi olmaz mı?”, “Kötü mü olur albümü?” diye
düşünsem de iki albümü de elime alıp dinlediğimde country'nin John Mayer'e ne
kadar yakıştığını gördüm. Sesi hala aynı güzelliği koruduğu için müziğini ne
kadar değiştirirse değiştirsin sanırım John'dan vazgeçemeyeceğim. (Tabi bundan
üç yıl sonra bir anda dubstep parçalarıyla dolu bir albüm yaparsa, bunu tekrar
gözden geçirebilirim.)
Albüm 11 parçadan oluşuyor. Açılış parçası “Wildfire” introsu ile sizi Amerika'nın vadilerinin
arasına atıp bir kovboy barına gidip bir içki isteme arzusu uyandırıyor. Sonra
bir anda barın küçük sahnesinde John Mayer çıkıp bu şarkıyı söylüyor ve kızlı
erkekli kovboy şapkalı-çizmeli insanlar beraber two steps dansı yapıyor. İtiraf
etmeliyim ki John'un daha çok balladlarını sevdiğim için, böyle ritmik
şarkıları beni çok çekemiyor ama Wildfire'ı dinlerken evde kendi kendime döne
döne dans ettiğimi de eklemeliyim. Albümde bir de 1 dakika 27 saniyelik Frank Ocean
ile beraber söylediği Wildfire Interlude'u bulunmakta. Frank Ocean zaten sesine
bayıldığım bir insan, John Mayer ile beraber kısa da olsa bir çalışması
olduğunu duymak beni çok mutlu etti.
(Feat. Frank Ocean)
Albümün 4. şarkısı,
albümün çıkış parçası aynı zamanda “Paper Doll”. Bu şarkı hakkında şöyle
dedikodular var: Şarkı Taylor Swift'in “Speak Now” albümündeki John Mayer'e
ithaf edip John'un daha sonra aşağılandığını söylediği “Dear John” şarkıya
cevapmış. Öyle ki Taylor'un şarkısındaki “You paint me a blue sky” cümlesine
karşılık John'un şarkısında “Someone's gonna paint you another sky” cümlesi
geçmekte. Taylor'un son albümünün ve yaşının 22 olduğunu düşünürsek şarkıda
geçen “You're like 22 girls in one” cümlesi de biraz olsun şarkının Taylor için
yazıldığı ihtimalini anlatıyor. John Mayer'in ise bu konuda herhangi bir yorumu
yok. (Ki bu da magazin dünyasında “evet”in başka bir göstergesi olmakta çoğu
zaman)
Yazıyı John Mayer aşkımı
göstermek için yazarken bir anda John Mayer'in magazinsel hayatına döndürsem de
özür dileyip devam ediyorum.
Albümde o
tipik John Mayer balladları az sayıda evet, ki bu benim için bayağı üzücü. Mesela bir
tanesi sevgilisi Katy Perry ile yaptığı “Who You Love” . Şarkıda Katy
Perry'nin olduğunu duyduğumda korkmadım değil ama şarkıyı dinlediğimde
korkularımdan sıyrıldım. Çünkü ikisinin sesi ancak bu kadar yakışabilirdi. Çok,
çok, çok güzel olmuş. Hatta bir umut belki Katy Perry'nin albümünde de düetleri
varsa diye sevindim dinlerken. “Ah mesela klip çekseler bir de” dedim. Çift
ayrılmazsa albümden çıkacak single'lardan biri olacağını düşünüyorum bu şarkı
için.
Gelelim
albümdeki benim kişisel favorime. “I Will Be Found (Lost At Sea)” piyano
ile başlıyor. Sonra John'un beni derinden etkileyen sesi. Şu an bunu yazarken
dinliyordum mesela, yazmayı bırakıp şarkıya kaptırdım kendimi. O derece
etkilendim bu şarkıdan. Bu aralar geçirdiğim psikolojik buhrandan beni kurtaran
bir şarkı oldu, bir umut aşıladı içime. “When my times comes down, i will be
found” diyerek. Ne diyeyim John Mayer her zaman bana dokunacak bir şarkı yapmıştı,
bu sefer de yapmış. Sevgilerim sana her daim John.
Albümde
diğer çok beğendiğim şarkı da “Badge and Gun” oldu. Life May Kill bunu
daha iyi bilecektir ki erkeklerin tipik bir özgürlük arayışına karşılık
yapılmış bir şarkı gibi geldi bana bu şarkı. “This house is safe and warm, but
i was made to chase the storm” cümlesi size de dediğim şeyi hatırlatmıyor mu?
Nitekim John Mayer benim yanımda olup bana bu cümleyi dese, paçasına yapıştığım
gibi ben de onunla fırtınalar peşinde koşardım. Ama gelin görün ki iş böyle
olmuyor tabi.
Albümün
diğer şarkılarına gelecek olursak;
“Dear Marie”
ve “Waitin On The Day” albümde
kaybolan şarkılardan bana kalırsa. Albümün geneline bakıldığında çok da
parlamıyorlar. Ama “Born and Raised” albümünde olsalar o albüme çok
yakışırlarmış .
“Call Me The Breeze” ve “You're Noone 'Til Someone Lets You Down” albümün hızlı parçalarından. The Civil Wars'ın albümünde bahsettiğim araba sahnelerine uyan şarkılardan. Country'nin işte böyle bir hissi var insanlara verdiği bence, şarkı ne kadar acılı olursa olsun ritmiyle insana küçük de olsa huzur ve umut verebiliyor. Özellikle You're Noone Til Someone Lets You Down, mini gitar sololarıyla sizi mutlu edebiliyor çok kısa bir süre içerisinde.
“On The Way
Home” albümün kapanış parçası. John
Mayer son iki albümdür bu “home” meselesine takmış olacak ki iki albümünde de
home'lu şarkısı var. Country ve Montana, John'u böyle etkilemiş olabilir tabi.
Albümün kapanışı için albüm listesi içinde seçilebilecek en ama en güzel şarkı.
1.30 'da hafiften giren mızıka insanı çıldırtır. “Daha fazlasını istiyoruz”
dedirtiyor hatta. Mızıkanın kendisine hayran olmakla beraber John Mayer'in
mızıkayı kendisinin de çaldığını bilmek gerçekten beni bir kat daha yaklaştırıyor
John'a.
(Allahım, nasıl sevmeyelim şu adamı? Nasıl?)
İtiraf
etmeliyim ki bir “Continuum” albümü değil belki ama “Paradise Valley”
yine benim bu yıl içinde en çok dinleyeceğim albümlerden biri olacağı kesin.
John'umun Mayer'imin ellerine, ağzına sağlık diyor, yazıma son noktalarımı
koyuyorum.
Yazımı
bitirmeden önce yaklaşık bir haftadır her gün en az 15 kere dinlemeden
uyumadığım John Mayer parçasını da siz
Indie May Kill okuyucularına armağan etmeden duramayacağım. Düğün, cenaze, doğum
günü vs ne kadar özel gün, yıldönümü varsa hepsine bu şarkı koyacağım, koyduracağım.
Sevgili okuyucularım kendinize iyi bakın; müzikle kalın. Ve şimdi karşınızda
John Mayer ve “Heavier Things” albümünden “Come Back To Bed”.
xoxo
Gözde Sarıhan
Ben daha Born and Raised albümünü sindiremeden bir yenisi gelmiş. Hemen indirip dinleyeceğim. Gerçekten güzel bir albüm tanıtımı olmuş. Teşekkürler Indie May Kill.
YanıtlaSilTeşekkürler
YanıtlaSil