3 Ağustos 2013

Hayat, O'nun İçin De Zordu

Sakin, güneşli, ılık bir günün sabahında, sabah güneşinin bin bir rengine bulanmış odasında araladı gözlerini. Büyülü uyku ormanından yavaşça çıkıp, lavanta kokan odasında, yumuşak, pembe çiçeklerden nevresimli, üzeri pamukla doldurulmuş yastıklarla kaplı geniş yatağında buldu kendini. Kuş tüyü yastık kullanmazdı. Hayvan dostuydu çünkü. Ne olursa olsun, hayvanlara zarar vermek istemezdi hiçbir zaman. O da canlıydı ve en az kendisi kadar yaşama hakkına sahipti. Yastıkların arasında yatarken bir yandan da gözleriyle etrafı süzüp, ayağına kokan sivrisineği seyretti. Böcekgillerin en sefil türü olarak bilinen ya da en azından öyle görülen sivrisineği bile öldüremiyordu. Kendini onun yerine koyuyor, kendinden binlerce kat büyük bir yaratık tarafından ezilerek öldürülmenin vereceği acıyı hayal edip, onu öldürmekten vazgeçiyordu. Onun yerine pencereyi açardı gitmesi için. Bu sefer de sinek çıkmaz, aksi gibi yeni sinekler girerdi içeri. Olsundu, hiç olmazsa yalnız kalmazdı sinek, onları öldürmek zorunda kalırsa da yalnızlık hissine kapılmadan ölürlerdi birlikte. Sinek ayağından havalanıp, yatağının yanındaki komodinin üzerine kondu vızıldayarak. Komodin kirli beyaz renginde, İngiliz mobilya tipinde iki çekmeceden oluşuyordu ve yatağına göre oldukça minikti. Üzerine nevresimiyle uyumlu eski tip, pembe bir saat, dünden kalma içinde yeşil çay poşeti ve tarçın çubuğu olan lekeli bir çiçekli pembe bardak, yanında da dün gece saatlerce okuduğu Buket Uzuner’in İstanbullular adlı kitabı vardı. Kitaba bayılmıştı. Kitabın 15 farklı kişinin hayatlarını tek bir noktada birleştiren adeta “büyülü” bir havalimanında geçiyor oluşu onu etkilemişti. Tabii havaalanı büyülü falan değildi. Büyüden kastı kaderdi onun. Oldum olası kadere inanırdı. Rastlantı diye bir şey yoktu. Onun adı kaderdi. İyi ya da kötü, yol açtığı şey her ne olursa olsun, kader kaderdir. Bu fikri ona aşılayan babaannesiydi, en azından o öyle sanıyordu. Annesinin de aynı yapıda düşüncelere sahip olması, onu bu görüşe daha da bağlıyordu. Kitap da bir nevi “kadervari” bir rastlantılar silsilesine dayanmaktaydı ve kitaptaki iki mükemmel karakterin aşkı onu büyülemişti. Heykeltıraş Ayhan ve her genç kadının idol olarak alabileceği Belgin. Ayhan’ın hayat hikâyesinin saflığı, onun hiçbir zaman ulaşamayacağı kadar yetenekli oluşu, onu kıskandırmıştı. Ve geriye kalan 13 karakterin her birinin birbiriyle olan yakın veya uzak bağlantılarını okumak, okudukça şaşırmak onu tüm gece kitap okumaya itmişti. Ah yine şu sinek. Aptal gibi vızıldayıp başını ağrıtıyordu. Ani bir refleksle sineği komodine yapıştıracak ölümcül darbeyi indirdi. Çıkan tahtaya vurma sesiyle ne yaptığını anlayıp, iğrentiyle karışık vicdan azabıyla elini ters çevirdi ve dün geceden beri karnını doyurduğu elini kırmızıya boyamasından belli olan sineğin ölüsüyle göz göze geldi. Hışımla kalkıp banyoya geçti ve elini antibakteriyel sabunla yıkadı. Antibakteriyel sabunların aslında zararlı olduklarını öğrendiğinden beri annesi eve bu sabunlardan sokmuyordu ama son kalan bir şişeyi açmak zorunda kalmışlardı. Elini üç defa yıkayıp sinirle odasına döndü. Nedensiz sinirinin nedeni belki de Ayhan ve Belgin’in her şeyden kolay ilerleyen aşkıydı ya da Ayhan’ın doğuştan gelen yeteneği. Kendi yetenekleri, uğraşları Ayhan’ın büyülü ve bir alana odaklanmış yeteneğinin yanında devede kulak değil tüy bile kalmazdı. Sinirliydi, çünkü elindekilerle yetinmeyen bir çocuktu, elindekilerle yetinmeyen bir genç kız olmuştu. Sinirliydi. Sadece. Sinirliydi. Nefes alış verişleri hızlanmaya başladı. Göğsünün üzerine devasa bir ağırlık çöktü. Bu neydi şimdi. Ah doğru ya, artık sinirlendiğinde bu aptal histerik krizlere tutuluyordu. Aşamadığı aptal bir şey daha! Nefes alamamaya başladı, yutkunamıyordu. Sakinleşmeye çalıştı. Bir kitap yüzünden bu kadar sinirlenmesi normal miydi yoksa sinir hastası olma yolunda emin adımlarla ilerliyor muydu, bilmiyordu. Tek bildiği yaşamaktan çok okumayı tercih etmek istediğiydi. Kitaplarda her şey daha sade, daha berrak ve daha akıcıydı. Kitaplarda her şey daha “kolay”dı. Hayat zordu. Hayat herkes için olduğu kadar onun için de zordu.


Hayat zor olsa da siz “The Rip Tide” kafasından çıkmayın canlar. Kitapla kalın.

Haftanın Şarkısı: Tıkla

Not1:Bu ben değilim.
Not2:Belki de benim.
Not3:Buket Uzuner’den İstanbullular’ı okuyun.
Not4:Yorumlarınızı alayım diyeceğim ama yine kimse yorum yazmayacak. OUF!
Not5:Sinir hastası değilim.
Not6:Upsiii, kendimi ele verdim.
Not7:Şaka, ben değilim.

Mak.

2 yorum:

  1. AYHAN'I BİLMİYORUM AMA HAYAT KESİN BELGİN İÇİN DE ZORDUR.

    YanıtlaSil
  2. yorum1: Kimse kim, bu anlatılan çok tatlı, naif ve çok içimizden biriymiş.
    yorum2: İstanbullular'ı okumuştum. Ben de çok beğenmiş ve bir solukta bitirmiştim.
    yorum3: Kadervari şeyler konusunda haklısın.
    yorum4: Yazın çok güzel, akıcı ve doğal olmuş.
    yorum5: Sen de çok tatlısın.

    YanıtlaSil

.